Başörtüsü tartışmaları ve başörtüsüne özgürlük açısından meseleye bakıldığında tehlikeli bir durum var: Birkaç hafta içinde gelinecek nokta, başörtüsü tartışmalarının başladığı noktadan daha geri bir nokta olabilir, üniversitede başörtüsünü serbest bırakmak birkaç ay öncesine göre çok ama çok daha zor, hatta imkânsız denebilecek bir duruma gelebilir.
Cumhuriyet Halk Partisi, anayasa değişikliklerini Anayasa Mahkemesi’ne götürdü. Değişikliklerin yürürlüğe girmesine rağmen üniversiteye giremeyen kimi öğrenciler ve kimi sivil toplum örgütleri de konuyu idare mahkemesine taşıdılar. Öte yandan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, üniversitelere ‘Türbanlıları okula alın’ diye talimat gönderen YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ı ‘Kanunsuz emir yayımlamak’tan soruşturmak istiyor.
Yani yargı organı her bakımdan devrede. Ülkenin son zamanlarda yaşadığı en önemli siyasi tartışmasını yargının bitirmesini bekliyoruz şimdi.
Bu yetmezmiş gibi Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat da dün başörtülüleri okula almayan rektörlerin suç işlediğini söyledi, savcıları göreve davet etti.
Geçen gün de yazmaya çalıştım, sorunu çözmek siyasetçilerin, siyaset kurumunun ve nihayetinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevidir. Ama bu son yapılan anayasa değişikliği ‘sorunu çözmek’ anlamına gelmiyor maalesef. Meclis’te değişikliği kabul eden 411 milletvekili, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yerinde tespitinde olduğu gibi, esasen zaten Anayasa’da var olan kimi ilkeleri biraz daha kuvvetlendirdiler, o kadar.
O bakımdan, ortadaki en tartışmaya değer görüş, eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’un Radikal’de yayımlanan yazısında ortaya attığı, ‘Uygulanan yasağın zaten sanal bir yasak olduğu’ görüşü. Tabii Sami Selçuk görüşünü kuvvetli biçimde savunuyor ama öte yandan onun ‘sanal’ dediği yasağı defalarca uygun gören Danıştay kararları da orada duruyor.
Şimdi yarın öbür gün Anayasa Mahkemesi, yasağın sürmesi gerektiğini hatırlatacak veya daha da beteri Meclis’in anayasa değişikliklerini iptal edecek olursa, korkarım Türkiye çok tehlikeli bir ruh haline girecek.(...)
Bu tartışma Türkiye’de demokratik hukuk devletinin zayıflamasından başka hiçbir işe yaramayacak.
Bir demokraside halk egemenliği elbette son sözü söyleyen, temel güçtür. Ancak yine bir demokraside o halk egemenliğinin gerçekleşmesini sağlayan bir de çerçeve vardır, o çerçeve hukuk düzenidir, hukuk düzeninin temel kabulleridir.
Hukuk devleti ve laiklik ilkesi, ister istemez o temel kabullerden birisidir, belki de birincisidir.
Bu basit ve haklı özgürlük konusunun laiklik ilkesini tehdit etmediğine yargı dahil bütün toplumu ikna etmek siyasetçinin görevidir. Maalesef bu görev yerine getirilmediği için Türkiye’de demokrasi yara alacak.
Her şey, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Tek cümle yeter’ demesiyle başladı, umuyorum şimdi kendisi de görüyor, tek cümle yetmiyor. Çünkü en azından kendisi bu konuda şimdiye kadar yüzlerce cümle kurdu bile.
Radikal, 29 Şubat 2008
|