Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki başörtüsü görüşmelerini takip ederken (ve bu süreç başladığından beri) CHP’nin tavrını ilgiyle takip ediyorum.
Bu topraklarda siyaset yapan, ülke yönetimine talip olan bir parti, içinde bulunduğu ülkenin halkı ile bu kadar mı cedelleşir? Varlığını bu şekilde sürdürmeye yeminli midir? Merak ediyorum ve şaşırıyorum.
“Biz de başörtülü kızlarımızın eğitim hakkından mahrum bırakılmasını istemiyoruz” diyorlar bir de, arada sırada.
Hangi tavrı samimi anlayamıyorum.
İktidara gelemiyorlar ki tek başına, ne yapacaklarını görelim.
CHP’nin sıkıntısı sanırım Türkçe ezan meselesinden bu yana devam ediyor.
Ezanın orijinal halinde okunulması için Demokrat Parti’nin yaptığı ataktan sonra CHP bir türlü toparlanamadı.
Bir de halkla ilişkiler sorunu var CHP’nin.
Mesela ben, Talat Asal’ın “Güneş Batmadı” kitabında okuyuncaya kadar, CHP’nin ezanın Arapça şekliyle yeniden okunmasına yönelik Meclis oylamasında olumlu oy verdiğini bilmiyordum.
Meclis zabıtlarında yer alan kayıtta, CHP adına söz alan Cemal Reşit Eyüpoğlu şöyle diyor: “...ezana taallük eden ceza hükmünün kaldırılması maksadiyle Hükümetin bugün huzurunuza getirdiği kanun tasarısı hakkındaki CHP Meclis Grubunun görüşünü arzediyorum: Türkçe ezan, Arapça ezan mevzuu üzerinde bir politika münakaşası açmaya taraftar değiliz. Milli şuurun bu konuyu kendiliğinden halledeceğine güvenerek, Ezan meselesinin ceza konusu olmaktan çıkarılmasına aleyhtar olmayacağız.”
Ne kadar da güzel bir açıklama değil mi?
Ancak, CHP ne yapıyorsa yapıyor, halkın meselelerine kerhen bir katkı yapsa da arada kaynayıveriyor.
Herhalde bu “kerhen” tavrından kaynaklanıyor CHP’nin.
Başörtüsü konusunda da böyle.
Aslında onlar da bu yasağı istemiyorlarmış da, bunun baskın bir şekilde yapılmasından rahatsızlarmış.
Haftalar önce niye “laiklik elden gidiyor”dan bahsi açıp tehditler savururken şimdi bu söyleme geldiler, anlayabilmiş değilim.
“Baskın” ne demek bir defa.
Bu iş çözülecekse, çözülür.
Bir meseleyi seneler boyu uzatıp kangren haline getirmek midir CHP politikası?
Ülkeyi yönetenlerin görevi, önüne gelen her meseleyi ivedilikle çözüme bağlayıp ülkenin geleceğini düşünmek değil midir?
Herkes net olarak konuşsa, hiç tartışma olmayacak herhalde.
“Şu şu meselenin çözümünü kısa vadede mümkün değil. Olgunlaşmaya bırakıp iki yıl sonra ele alacağız” dese biri, herkes bunu anlayışla karşılayabilir.
Ama tamamen belirsizlik içinde kitleleri ızdırap içinde bırakmak bir yönetim tarzı olabilir mi? (...)
Akşam, 8 Şubat 2008
|