Yılbaşına az kaldı. Sevinelim mi, yoksa üzülelim mi?
Kimi büyüdüğü için, kimi yorgunluk dolu bir yılı geride bıraktığı için, kimi amacına biraz daha yaklaştığı için, kimi tatil, kimi bir gelenek ve kimi alışkanlık için ve kimi de yılbaşı gecesinde doyasıya eğlenmek için sevinmektedir.
Hıristiyan dünyasında bu geceye milâdî yılbaşı olmasının yanında bir de dinî görüntü verilmektedirler. Onlar yılbaşını kutlarlarken aşırı eğlencelerinin yanı sıra oldukça hurafelere de yer vermekteler. Çocuklar Noel Babayı, bir oyuncak, bir giysi, bir ayakkabı ve sevdikleri türden bir malzeme getirsin diye beklerler. Yataklarından kalktıklarında yastıklarının hemen yanında beklediklerinin gelip gelmediğini yoklarlar bile. Henüz gaip bilinci yerleşmediği halde gaipten bir şey beklerler ya da bir şey umarlar. Diğer taraftan yetişkinler bir eğlenceden çok sanki dünyadan, hayattan, kendi hayatlarından intikam alırcasına anlamsız eğlencelere dalarlar. Öylesine ki aşırılıklar güvenlik güçlerinin güvencesine alınır. Eğlence yılbaşı gecesine öylesine sinmiş ki, yılbaşı deyince herkes gece boyunca sürüp giden yoğun eğlenceyi algılar.
Acaba bu haliyle yılbaşı bir sevinç kaynağı mıdır? Bir düşünelim hele!
Ne olursa olsun, büyümek, sona gidişi haber veren bir kelime. Büyüyen günün birinde ölür de; yani büyümek ölümün habercisi. Tohum filiz olur, sonra ağaç, sonra yaşlanır ve daha sonra kurumaya yüz tuttuğu için kesilir. Yılbaşını bir muştu gibi bekleyenler de bir gün ölecekler. Yılbaşı bir adım daha bizi sona yaklaştırıyor. Ömür sermayemizden alıp götürüyor. Saçlarımıza bir ak daha düşürüyor. Bir yılbaşı gelmesiyle belimiz biraz daha kamburlaşıyor, yorgunluğumuz daha çok artıyor. Yılbaşı her şeyden önce bize ölümü hatırlatır ve hatırlatmalı.
Ölümün olduğu yerde, eğer çaresi bulunmamışsa gelecek her yılbaşı bizim için gerçek anlamda bir cenderedir. Ölümü yok edemeyeceğimize göre yılbaşı gecelerinde her an gelmekte olan bu acı sonu kendimizden nasıl uzaklaştırabiliriz? Büyüdüm diye sevinen aslında acı sona doğru ilerlemektedir. Başını kumdan bir kaldırsa ölümün ayak seslerini işitecektir. Deve kuşu gibi başını kuma sokmak geçici bir çaredir elbette. Geçicilik ebedî duygularımızla ne kadar bağdaşabilir ki!
O halde yılbaşı gecelerindeki anlamsız eğlenceler ölüm gibi mutlak bir gerçeğe çare değil. İstenildiği kadar unutulmaya çalışılsın ölüm günün birinde kapımızı çalacaktır.
Ölümün çaresi yine bize bağlı. Duygularımızın sonsuzluğu, döneceğimiz yerin ebedîliğinden haber verir. Biz varsak, sayısız duygularla bezenmişsek ve bu dünyada doyuma ulaşamıyorsak, bu demektir ki, bizim için hazırlanan bir dünya vardır ve o dünya duygularımıza cevap verecek niteliktedir. Ölümün ebediyete açılan bir kapı olma rahatlığı da, ancak öte âlem inancını özümsemekle mümkün.
Ölüme bu anlamı yükleyen biri, eğleneceğim diye yılbaşına yoğunlaşamaz. Ölüm olduktan sonra, ister inansın ve ister inanmasın, koca bir geceyi ya da koca bir günü ve günleri duygularımıza merhem olmayan programlarla geçirmek iç sesimizi es geçmekten ileri gelen anlamsız bir davranıştır. Öte âleme inanmayan, başından aşağı Demokles’in kılıcı gibi asılı duran ölüm korkusunu nasıl savacak? Bu korku onun uykusunu da kaçırır. İnanansa öte âlem için hazırlanmayı diğer anlamsız eğlencelere tercih eder. Çünkü ömür çok kısa, hazırlıklara yetmez.
Yılbaşı olsa olsa bizim muhasebemiz için anlamlıdır. Bir yılı nasıl geçirdik? Daha iyi olmamız için gelecek yılda ne yapmalıyız? Dün, bugün ve yarın, bizim için üç zaman dilimi. Onlar birbirinden kopuk olamaz. Bugünümüz, yarınımızın güvencesi olmalı. Bu da üç zaman dilimini dengede tutmaktan geçer. Ölüm gelecekte bizi bekleyen bir gerçek olay. Sadece büyümek, yalnız eğlenceye dalmak ve unutmak ölümün korkunç halinden bizi nasıl koruyabilir?
Gönül ister ki, yılbaşılar bir muhasebe günü olsun.
|