Toplumdaki gerçeklere karşı yasakçı/baskıcı tavırlar sergileyenlerin bir kısmı evhama kapılıp hakikaten korkuyorlar. Bir kısmı da bu gerçekleri içlerindeki kin ve nefreti kusacak vesile olarak görüyorlar.
Ortak oldukları nokta ise toplumun gerçeklerinden kopuk olmaları.
Toplumdan izole edilmiş mekanlarda hayat süren bu kesimin bir ortak noktaları ise yasakçı dayatmalarına gerekçe olarak laikliği göstermeleridir.
5 gündür Milliyet’te yayınlanan Gündelik Yaşamda Din, Laiklik ve Türban konulu araştırma, toplumun bazı gerçeklerini bir kez daha rakamlarla gözler önüne sermesi açısından önem arz ediyor.
Yorumlar farklı olabilir.
Yazımın girişinde bahsettiğim kesim toplumun içinde olmadıkları için kendi içlerinde duydukları huzursuzluğu toplumun huzursuzluğu olarak algılıyor ve pazarlamaya çalışıyorlar.
Kadınlarımızın yüzde 60’ından fazlası adına ister türban ister başörtüsü deyin ne ad verirseniz verin başını örtüyor. Toplumun ezici çoğunluğu da uygulanan yasağı onaylamıyor. Toplumda kadınlarımızın başının örtmesi değil örtüye uygulanan baskı huzursuzluk oluşturuyor. “Türban, bir geriye dönüş değil, muhafazakâr genç kızlarımızın eğitim ve modernleşme talebinin göstergesidir. Toplumda bundan dolayı bir huzursuzluk yoktur. Huzursuzluk çıkarmak isteyenler, bir avuç oligarşik jakoben azınlıktır.” “H. C.Güzel 6.12.2007, Radikal”
Evet, kadınların yüzde 60’ından fazlası başörtüsü/türban kullanmaktalar. Bu bir gerçek. Fakat aktif hayattaki başörtülü/türbanlı hanımların oranı sıfıra yakın.
Hadi başörtüsü/türban karşıtları onlara fırsat tanımıyor. Ya başörtüsü/türbanı savunanlara ne oluyor?! Dindar olduğunu iddia eden çevrelerde (işyerleri, sivil toplum örgütleri) başörtülüler ikinci sınıf insan muamelesi görmüyor mu? Dost, Hilal ve Kanal 5 dışında başörtülü hanımlara program yaptıran tv kanalı var mı? Sıra savunmaya gelince mangalda kül bırakılmıyor. Söylem ile imkan olduğu halde eylem birbirini tutmuyorsa orada bir sorun var demektir. Samimiyet sorunu!!!
Kadınların yüzde 60’ından fazlası başını örtüyor ve bu oran gittikçe artıyor. Oysa dışarıdan bakıldığında, cumhurbaşkanıyla başbakanın eşleri de olmasa Türkiye’de başörtülü hanım yokmuş gibi bir izlenim oluşuyor.
Demek ki sorun sadece başörtüsü/türban yasakçılarından değil bu yasağı söylemleriyle reddedip eylemleriyle içselleştiren başörtüsü/türban savunucularından da kaynaklanıyor!
Hazırlanan yeni anayasada başörtüsünün sadece üniversitelerde serbest bırakılması fikri de başlı başına bir sorundur. Eğer bu yasak meşru/hukuki ise üniversitede de yasak olmalıdır. Değilse hiçbir yerde yasak olmamalıdır.
Kamuda uygulanan başörtüsü yasağı hukuki bir yasak değildir. Keyfi bir yasaktır. Apaçık bir insan hakkı ihlalidir. Başı açıklar üniversitede okuyup devlet dairelerinde çalıştıkları gibi başörtülüler de okuyup çalışma hakkına sahip olmalıdırlar.
“Devletin başörtülü kadınlara yönelik resmi ayrımcılığı, hem demokrasiye, hem de din ve vicdan özgürlüğüne aykırı bir laiklik anlayışına dayanılarak meşrulaştırılıyor. Pozitif hukuktaki bu yasağın ekonomik ve sınıfsal ilişkilerden, sığ bir modernleşme ve çağdaşlık anlayışından, İslamofobiden, dine ve inanca ilişkin başka türden sorunlu tercihlerden, felsefi, siyasi ve cinsiyetçi önyargılardan kaynaklanan sebepleri var.”
“Adil çözüm, din ve vicdan özgürlüğünün herkes için tanındığı, sınırın sadece insan haklarına ilişkin genel sınırdan ibaret olduğu, devletin bu sınırları korumaktan başka bir ödevinin olmadığı bir hukuki ve siyasi çerçevenin oluşturulmasıdır. İster kamu görevlisi olsun ister “sade vatandaş”, başörtülü, başörtüsüz, haçlı, kippalı veya başka türden dinî veya din dışı ifade biçimleriyle bireyin hakkı tanınmalı ve korunmalıdır. Türkiye toplumu, eğer bir gün gerçekten medeni bir ülkede yaşayacaksa, er veya geç ulaşacağımız çözüm budur ve sadece budur.” (Yard. Doç. Dr. B. Berat Özipek, Zaman)
Yeni Şafak, 8.12.2007
|