Mehtap televizyonunda salı akşamları Ali Bulaç’la birlikte yaptığımız “Düşünce Günlüğü” programında bu hafta “AB İlerleme Raporu, 301 ve Anayasa değişikliği” konularını tartıştık.
Konuğumuz Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Mustafa Şentop idi. Doç. Şentop, Anayasa değişikliğinde asıl sorunun “Paradigma” konusunda ortaya çıktığını ve gerçek değişikliğin de “Paradigma değişikliği” gerçekleşirse olacağını ifade etti.
Paradigma, ana felsefi çerçeve demekti.
Teoride Anayasaların ana felsefi çerçevesi, toplumun haklarını iktidar sahiplerine karşı korumak olmalıydı. Yani bir anlamda iktidar alanını, devleti ve siyaseti sınırlamaktı.
Bizdeki ana felsefi çerçeve ise, resmi ideoloji adına toplumun zaptu rapt altında tutulması yönündeydi. Doç. Şentop, paradigmanın özellikle 1960 anayasasıyla bozulduğunu, o anayasanın asıl mimarının Hıfzı Veldet Velidedeoğlu olduğunu, onun da Recep Peker mantığıyla hareket ettiğini, Recep Peker’in ise, “faşizan bir zihniyet”le toplumu dizayn etme amacında olduğunu belirtti. Milli Birlik Komitesi zabıtlarına bakıldığında bu resmin açık olarak görüleceğini ifade etti.
Bu değerlendirme önemli. “Bir toplumda bir arada yaşayanların ilişkilerini düzenleyen ve barış içinde yaşamalarını sağlamayı hedefleyen bir ictimai sözleşme” hüviyetinden çıkıp, toplumu biçimlendirme mekanizmasına dönüşmek...
Hukukla toplumu dizayn etme iradesi... Bir tür toplum projesi. Bu paradigma değişmedikçe... değişiklikler çok anlamlı olmayacaktı. 1892 anayasasında 17 değişiklik yapılmış, 83 madde değişmişti. Ama ruh aynıydı ve onun için köklü bir değişiklik ihtiyacı söz konusuydu. Bu konuyu, bugün neden gündeme aldım. AKP Genel başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın, “Taslakta başörtüsü sorununu bitirecek bir madde var mı?” sorusuna verdiği cevap sebebiyle... Şunu söylüyor: “Başörtüsü inanç özgürlüğünün kullanılması nedeniyle bir insan hakkı. Başörtüsüyle ilgili yasalarda, Anayasa da dahil olmak üzere herhangi bir yasaklama yok. O zaman Türkiye’de eksik olan başka bir şey var. Türkiye’de sistemin tam demokratikleşmediği, tam bir hukuk devleti oluşmadığı ve kişi özgürlüklerine karşı büyük bir saygının oluşmadığı sonucu ortaya çıkıyor. Tartışma başörtüsüyle ilgili değildir, problem de başörtüsü değildir. Aslında birileri genç kızlarımızın, kadınlarımızın başında olan örtüyü aldılar, kendi yüzlerine örttüler. Aslında tartışma konusu olan şey, egemenliğin kime ait olduğu ve bu egemenliğin kimin eliyle kullanılacağı tartışmasıdır. Cevaplanması gereken iki soru var. Cumhuriyetçi misin, demokrat mısın? Kavga bunun üstünedir.”
-Aslında sorun başörtüsü değil.
-Türkiye’de eksik olan başka bir şey...
-Egemenliğin kime ait olduğu...
-Ve egemenliğin kimin eliyle kullanılacağı...
İşte bu sorulardan, anayasanın ana felsefesi çıkıyor.
Devleti sınırlamak ya da devlet eliyle milleti sınırlamak... Hatta yeni bir millet üretmek...
Bu felsefi ana çerçeve değişmedikçe, anayasada olmayanı Anayasa Mahkemesi’nde üretebiliyorsunuz, ceza yasasında olmayanı, yargıda üretebiliyorsunuz...
Yani yasama organını aşıp, mahkemelerle yasa yapabiliyorsunuz.
28 Şubat günlerinde 312’nin alan dışı kullanımı...
312’yi değiştirseniz onun yerine 146 kullanılır mantığı...
Başörtüsü yasağını sürdürmek için “türban” ve “siyasi sembol” gibi uydurma söylem üretimi..
Şüphesiz Anayasa değişimi, maddelerin yeniden tanzimi önemli... Yazılı hukukun emredici rolü nihai anlamda bağlayıcı olacaktır.
Ama Türkiye’de devlet - toplum ilişkisindeki ana paradigmanın “millet öncelikli” olarak değişmesi şart.
Bir anayasa hukukçumuz şöyle demişti:
“Bu başlangıç hükümleri durduğu müddetçe bu anayasada iyileştirme yapılamaz.”
Paradigma orada...
Ve tüm yorum gerektiren durumlarda orası referans olarak kullanılıyor.
Soru: Anayasa değişikliği paradigma değişimini sağlayabilecek mi?
Bence zaman istiyor.
Bugün, 16 Kasım 2007
|