Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt basınla son buluşmasında hepimizin yüzünde tebessümlere yol açan bir öykü anlatmış: Dağlıca’daki müessif olay sonrasında kendisini ‘Tümgeneral Yılmaz’ diye tanıtan biri Tabur’u arayıp bilgi almaya çalışmış... İzini sürdüklerinde, arayan numaranın bir gazeteye ait olduğunu tespit etmişler... Org. Büyükanıt gazetenin yayın yönetmenine teessüflerini bildirmiş; görüştüğü gazetecilere de “Etik olmayan bu yöntemler yanlış” demiş...
Medya, günledir, kendini ‘Tümgeneral Yılmaz’ diye tanıtan gazetecinin peşinde; kimi düpedüz hafiyelik yaparak, kimi de akıl yürütme yoluyla ‘zanlı’ sayısını birkaça indirmiş durumda.
Haber alabilmek için kendini başkası gibi gösterme âdeti pek yaygın değil medyada; bunun bir sebebi ‘etik’ kaygılar ise başka bir sebebi de teknolojinin sahteciliğe prim vermemesi... Geçmişte olsa Tabur’a edilen telefonun kaynağını tespit zordu; şimdilerde çocuk oyuncağı bu iş... Kendini ‘Tümgeneral Yılmaz’ olarak tanıtan kişi, Genelkurmay Başkanı’nın çıkışından sonra, bu kötü alışkanlığını herhalde terk edecektir.
Konunun esas üzerinde durulması gereken yönü, kendini başkası yerine koyanın bunu ‘asker’ kişiliğine bürünerek yapması... Ortada ‘zanlılar’ olsa da isim netleşmediği için ancak spekülasyonda bulunabiliriz: ‘Tümg. Yılmaz’ kişiliğine bürünen ‘gazeteci’, acaba başka kimliklere de girebilen bir ‘binbir surat’ mı, yoksa yalnızca tek bir takma suratı mı var?
Bu soruyu, yalnızca bazı tiplerin kendilerini ‘askere yakın’ görmelerine bakarak soruyor değilim. Küçük yaşlardan beri ‘asker’ özentili büyütülen nesilleriz ve bu yetişme tarzı insanın kişiliği üzerinde kalıcı izler bırakabiliyor. Ayrıca ‘asker-gazeteci’ ilişkisinde de bunu teşvik eden bir yön var; Genelkurmay Başkanlığı, yıllar önce, ‘Mehmetçik gazeteci’ diye yaygınlaşan bir isimle ödül de dağıtmaya başlamıştı.
‘Akreditasyon uygulaması’ da bu tür kişilik sapmalarına yol açıyorsa şaşırmalı mıyız?
Genelkurmay Başkanlığı’nın uyguladığı ‘akreditasyon’ medyada bazı gazetelerin (ve gazetecilerin de) diğerlerinden daha ‘vatansever’ oldukları kabulüne dayanıyor. Askerlerin düzenlediği etkinliklere katılabilmek için ‘akredite’ sayılmak gerekiyor ülkemizde. ‘Akredite edilmemek’ söz konusu olunca da, ‘akredite edilmiş olmak’ bir imtiyaz teşkil ediyor. Org. Büyükanıt’ın “Yayın yönetmeniyle görüştük” demesi de, ortalıkta dolaşan ‘zanlı’ isimleri de, eleştirilen kimlik yanıltmacasını ‘akredite’ bir gazetecinin yaptığına işaret ediyor.
İlginç olan, bir kez ‘akredite’ olan bir gazetecinin, süreç içerisinde ilişkiyi zedeleyecek yanlışları görülse bile, bu konumunu kaybetmeyişi... Yeni açıklama çıkınca kaçırmamak için gazetelerde gece-gündüz nöbet tutulan Genelkurmay Başkanlığı internet sitesinde yer alan ‘yalanlama’ ve ‘düzeltmeler’ bu gözle incelendiğinde görülecektir: Geçen haftanın Genelkurmay Başkanı ile buluşma toplantısında daha önce haberleri yalanlanan ve yazdıkları düzeltilen gazeteciler de bulunuyordu.
Uygulayıcı ‘akreditasyon’ konusuna hangi gerekçeyi uygun görürse görsün, dışarıdan bakanlar, bunu ‘imtiyaz’ ve ‘hak mahrumiyeti’ kıskacında değerlendiriyorlar. Avrupa Konseyi’nin Türkiye ile ilgili son İlerleme Raporu’nda, ilk kez, Genelkurmay Başkanlığı’nın ‘akreditasyon’ uygulaması da eleştirildi. Raporda denen şu: “Basın özgürlüğü Genelkurmay Başkanlığı’nın çıkardığı bir iç genelgeyle sınırlandırılıyor; TSK’yı fazla eleştirenler, askerî davet ve bilgilendirme toplantıları için gerekli ‘akreditasyon’dan mahrum ediliyorlar.”
Her mahrumiyet birilerine imtiyaz kazandırır, Genelkurmay Başkanlığı’nın geniş biçimde uyguladığı ‘akreditasyon’ da bazı gazete ve gazetecilere imtiyaz sağlıyor elbette. Akredite medya işitip gördüklerinden okurlarını yararlandırırken, akredite edilmeyenler bunu yapamıyorlar.
Kendini ‘Tümgeneral Yılmaz’ diye tanıtan kişi -belli ki- ünlü bir gazeteci değil; onun durumu “Her imtiyazlı kişi kendisine tanınan ayrıcalığı taşıyamaz” kuralının işlediğini gösteriyor yalnızca. Askere yakınlığı zaten bilinen biri olsaydı, Tugay’ı aramak için bir başka kimliğe bürünme zahmetine katlanması gerekmezdi.
Yanlışta ısrar yeni yanlışlara sebep oluyor işte.
Yeni Şafak, 13.11.2007
|