Son birkaç haftadır, gerçekten yüreğimiz kan ağlıyor. Şimdiye dek, bu konuda bir şeyler kaleme almayışımın nedeni, soğukkanlılığımı kazanmak umuduydu. Ama doğrusunu isterseniz, aradan bunca zaman geçmesine karşın, isyanımı kontrol etmekte güçlük çekiyorum.
Bu olayla ilgili olarak, yazılı ve görüntülü basınımız, berbat bir sınav verdi. Sürekli; havayı germeyi, bir “marifet” sandılar ve böyle bir yayıncılık ile, “tiraj” ve “rating” alabileceklerini düşündüler. Kendim inceledim ama, bu olay üzerinden duygu sömürüsü yapmaya çabalayan gazetelerin, tiraj yitirdiklerine dair bir şeyler okudum. Umarım, bu okuduklarım doğrudur.
Kimi televizyon kanallarının, bazı eski subayları ekrana taşıyarak yaptıkları söyleşilere de, çok hayret ettim. Öyle bazı şeyler anlatıyorlardı ki, bunlar doğru olduğu takdirde, PKK’lıların epey işine yarardı. Herhalde, doğru değildir.
* * *
Peki, bunlara karşı, Radyo Televizyon Üst Kurulu RTÜK’ün, sınırları belli olmayan bir yasaklama kararı getirmesine, ne demeli? Televizyonların bazılarındaki, bu abuk-sabuk programlardan rahatsız olan çok arkadaşım vardı. “Bu televizyonlar için, bir şeyler yapmak gerek”, diye konuşuyorlardı. Fakat RTÜK böyle bir yasaklama kararı getirince, hepsi karşı çıktılar. Zira, bu karşı çıkışın, iki nedeni vardı.
Birinci neden; devletin böyle bir “kurul” vasıtasıyla da olsa, görüntülü medyaya müdahale hakkı olup olmadığı, sorusuyla ilgiliydi. Değerli bir meslektaşımın vurguladığı üzere; devlet kimi kurumlarda, “kamu ahlakı” ve “kamu değerleri” adına müdahale edebilirdi. Ama, şimdiye dek özel yaşamla ilgili olarak, gerçekten iğrenç yayınlara “gıkını çıkartmayan” RTÜK’ün, bu konuda böyle bir yasaklamaya gitmesi kamu vicdanını rahatsız etti.
İkinci neden; yasaklama kararının metninin anlaşılamaması idi. Zaten anlaşılır bir metin yazmak da, pek mümkün değildi. RTÜK’ün neyi yasakladığı belli olmuyordu. Ve (kendince haklı olarak), kimi gazeteler ve televizyon kanalları, bunu sonuna kadar istismar ettiler ve “şehit haberleri” ve “şehit cenazeleriyle ilgili haberlerin” yasaklandığının, propagandasına giriştiler. Ve sonunda, elbette yargı kararıyla, bu anlamsız yasaklama kaldırıldı. Uydu antenleri ile tüm dünyayı izleyebildiğimiz bir dünyada, bu türden yasaklarla ne kazanılabilir? Kaldı ki, eğer siz bir konuda böyle bir yasaklama getirirseniz; “dedikodu ajansları”, çalışmaya başlar ve hiç istenmeyen şayialar yaygınlaşır.
* * *
Ülkenin her köşesinden yükselen protesto sesleri, elbette haklı bir zemine dayanıyordu. Fakat bu protestoların halkımızda, “kendi uygun gördüğü cezayı kendi verme”, dürtüsünü canlandırması, endişe edilecek bir gelişme oldu. Bu arada DTP’nin durumu, gerçekten çok endişe verici ve düşündürücü oldu. Ben, 5 milyonun üzerinde oy alan ve TBMM’de grubu olan bir partiye karşı, bu türden baskılar yapılmasını, yanlış bulurum. Bunun nedeni, DTP adına TMBB’ye girmiş olan milletvekillerine, kişi olarak duyduğum saygı değil; onları oraya gönderen iradeye, yani DTP seçmenine duyduğum saygıdır. Hiç kuşkusuz, bu ülkenin birinci sınıf vatandaşları olan DTP seçmenleri, eğer kimilerinin sandığı gibi “PKK’lı” ise, işimiz çok zor demektir. DTP’ye oy veren milyonlarca vatandaşımızın, PKK’lı olduğuna asla inanmam. Fakat DTP yönetiminin ve özellikle kimi DTP milletvekillerinin bu konudaki özensiz konuşmaları, hem Türkiye’nin davasına çok zarar veriyor ve hem de bir anlamda, kendi sonlarını hazırlıyorlar. Umarım, kısa sürede akılları başlarına gelir...
* * *
Türkiye’nin, askeri müdahalede geç kaldığını ve “derhal” Kuzey Irak’a girilmesi gerektiğini dile getiren bir gazetecinin; bir biçimde, askerliğe gitmediğini öğrendiğimde, acaba bu türden önerilerde bulunanların kaçının askerliğini yapmadığını, ya da kısa süreli askerlik yaptığını düşündüm. Gerçekten; bunları, biri araştırsa çok sevineceğim.
Bugün, 27.10.2007
|