“Kale” kelimesi, çeşitli platformlarda oldukça fazla dillendirilir oldu. Herhalde benim de bilinçaltıma girmiş olacak ki, bu haftaki yazımı ona tahsis etmeyi uygun buldum. Ancak bizimki farklı bir zaviyeden olacak. Bizim kalemiz “dürüstlük kalesi”dir.
Öncelikle bütün servetini kaybetmiş, ancak kendisi çok dürüst olan bir akrabamdan bahsetmek istiyorum. Zaten bütün mal varlığını kaybetmesi de, bir zamanlar kendi işyerinde çalışan, bilahare ayrılıp kendi işini kuran eski bir elemanına yüklü borç vermesinden ve bazı dostlarına “hatır çeki” vererek, bu dostlarının borçlarını ödememesinden kaynaklanmış.
Bu akrabam, borçlarını ödemek için elinden gelen her şeyi yaptı. Birçok borcunu ödedi. Kalan borcu çok fazla değil. Ancak elinde avucunda bir şey de kalmadı. Geçenlerde bu konuyu kendisiyle konuşuyorduk. Kendisine, “Sen belki her şeyini kaybetmiş olabilirsin; ancak senin en son kalen olan dürüstlüğün devam ediyor. Sakın ha bu son kaleyi teslim etme. Bir insan maddî olarak her şeyini kaybedebilir. Allah onları aldığı gibi, yine iade edebilir. Ancak bir insan şerefini, namusunu, güvenilirliğini, bir kaybederse geriye hiçbir şeyi kalmaz. Bunların kaybedilmesi halinde, yerine ikame edilecek hiçbir şey yoktur” dedim.
Günümüz piyasası, bu akrabam gibi, herkesi kendisi gibi zannedip güvenerek borç veren, kefil olan veya hatır çeki vererek destek olan temiz insanların sıkça aldatıldığı bir piyasa haline gelmiş. Ben bu akrabama dedim ki, “Olan oldu; hiç olmazsa bundan sonra her önüne gelene inanıp güvenme; öyle kefil falan da olma.” Kendisi bana, “Yahu Kenan abi, meselâ ben senin yanına gelsem ve sana desem ki, çok dardayım bana kefil olabilir misin, peki sen bana kefil olmaz mısın?” Kendisine açık ve net bir cevap verdim; “Kusura bakma, olamam. Zira ben çok tecrübeliyim. Tecrübe yenilen kazıkların bileşkesidir. Onun için kefil olamam. Sen de bana olma. Hani boşuna dememişler: “Paran çoksa kefil ol; vaktin çoksa şahit ol.” Elimden gelirse çok darda olanlara maddî destek veririm. Yardımcı olabilirim. Ama kefil olmak istemem. Zira işin ucunda bir başkasının yüzünden evime veya iş yerime haciz gelme ihtimali var. Hatta geçenlerde kız kardeşim telefon açarak, “Abi biz bir ev almak istiyoruz. Ancak devlet dairesinde çalışan birisinin kefil olmasını istiyorlar. Bize kefil olur musun?” diye sordu. Ben de kendisine, “Ben kendime bankadan faizli kredi almıyorum ki, sana kefil olayım. Bankaya elini veren, yeri gelir ki, bırakın elini, vücudunu bile kaptırabilir. Onun için sana kefil olamam” diyerek reddettim.
Belki beni biraz acımasız bulabilirsiniz. Ancak “hüsnü niyet; âdem-i itimat” kabilinden, artık kılı kırk yarmaya çalışıyorum. Zira bu konuda çok tecrübeliyim. Bizim en büyük hatamız, ideoloji ile itimadı karıştırıyoruz. “Bu benim dâvâ arkadaşım” diyerek oldukça çok itimat edip varımızı yoğumuzu veriyor; sonra da büyük pişmanlıklar yaşıyoruz.
Evet dostlarım, eşeğini sağlam kazığa bağlama babından, insanlarla iktisadî ilişkiler içine girdiğimizde bütün yasal kurallara uymalıyız. Al gülüm ver gülüm, her şeyden daha güzeldir. Yani çek, senet gibi evrakların da bir kıymeti kalmadı. Birkaç kişiden alacağım var. Elimizde çek de, senet de var, ama bunları tahsil edemediğim gibi, yüklü bir miktar da avukat parası ödemeye mahkûm oldum. Neyse ki, alacaklarımın büyük bir kısmını tatlıya bağladık ve yakın bir gelecekte ödenecek; tabiî yine sözlerinde dururlarsa.
İşin tuhaf tarafı, kanunlar da çok fazla bir şey yapamıyor. “Hırsıza beyler borçlu” derler. Devlet kendi vergi alacaklarını doğru dürüst alamıyor ki, senin alacağını alsın, sana teslim etsin. Bu yüzden, işi sağlam tutmak gerekir. Aksi halde hem kendimiz, hem de ailemiz çok üzülürüz.
[email protected]
|