Bundan ikibuçuk yıl önce Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun yazar M. Şevket Eygi’nin mahkumiyetini onaylayan bir karar vermesi münasebetiyle Zaman gazetesine yazdığım yazıya ‘Yargıtay’a Şaşırdınız mı?’ başlığını koymuş ve ‘Ben şaşırmadım’ diye de kendi açımdan soruyu cevaplandırmıştım.
Simdi yine benzer bir durumla karşı karşıyayız ve ben yine şaşırmıyorum. Meşhur ‘Azınlık Raporu’ dolayısıyla Prof. Dr. Baskın Oran’la Prof. Dr. İbrahim O. Kaboğlu hakkında açılmış olan ceza davasının Yargıtay aşaması nihayet sonuçlandı. Bu sefer Yargıtay’ın 8. Ceza Dairesi Ankara 28. Asliye Ceza Mahkemesi’nin sanıklar hakkında vermiş olduğu beraat kararını bozdu.
Yargıtay’a göre, söz konusu raporla Prof. Oran ve Kaboğlu, TCK’nın 312/2. maddesinde tanımlanan ‘sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak, halkı birbirine karşı kamu düzeni için tehlikeli olabilecek şekilde düşmanlığa veya kin beslemeye alenen teşvik’ suçunu işlemişler, yani açıkcası kin ve düsmanliğa tahrik etmişler.
Haberlere bakılırsa Mahkeme şöyle diyormuş: ‘Raporda, azınlığın etnik, dilsel ve dinsel olmak üzere üç türlü olduğu, Türkiye’de sadece din kıstasının esas alındığından söz edilmiştir. Türkiye’de Müslüman olmayan vatandaşlar dışında azınlık yoktur. Yeni bir azınlık tanımının ve uygulamasının yapılması ve yaratılması, etnik ve kültürel çeşitliliği olan üniter devlet ve milletin bölünmezliğini tehlikeye düşürecek bir sonuca ulaşacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nde sosyal sınıf, etnik köken, ırk, dil, din ve bölge ayrımı yapılmaksızın bütün vatandaşlar yasalar önünde eşittir.’
Mahkeme devam ediyor: ‘(Millet sözcüğü alt kimlikleri ret anlamına gelir) demek, kamu düzeni ve güvenliği için tehlike yaratır. Etnik ve kültürel çeşitliliği barındıran Türkiye’de bu çeşitliliklerden bir veya birkaçı diğerleri aleyhine öne çıkarılır veya daha fazla değer verilirse, barışçı toplumun bir kesimini diğer kesimi aleyhine veya halkı birbirine karşı kamu düzeni, kamu güvenliği için tehlikeli olabilecek şekilde düşmanlığa veya kin beslemeye alenen tahrik suçu oluşur.’’
Yine Mahkemeye göre, ‘Türk Milleti kavramı ırka, etnik kökene ve dine dayanmamaktadır. Raporda, alt kimlik-üst kimlik ayrımı yapılmak suretiyle eleştiri ve düşünce özgürlüğü sınırları aşılmış, suçlama niteliği taşıyan ve kamuoyuna açıklanan rapor içeriğiyle toplumsal tehlike boyutlarına ulaşılmıştır.’
Şimdi, bu gerekçeye her ne kadar ben şaşırmıyorsam da, başkaları için aynı garantiyi verememem. Ne Türkiye’nin ‘şerefli ve eşit’ bir üyesi olarak içinde yer almak istediği Avrupa Birliği anlayabilir bu akıl yürütme biçimini ne de ‘dost ve müttefik’ ABD’liler. Çünkü bu karar çok kısaca şu anlama geliyor: Türkiye’de bilim adamları toplumsal yapıyı tahlil ve tasvir etmekte bile özgür değildirler. Böyle bir şeye, tam da bu işler için oluşturulmuş olması gereken insan hakları kurullarında görev yaparken bile tevessül edemezler.
Dikkat ediniz: Mahkeme, Rapor’da azınlıklar için söz gelişi ‘kendi-kaderini-tayin’ hakkı, hatta dil ve kültür hakları talep edildiğini bile söylemiyor. Sadece, Türkiye’de dil ve kültür bakımından da azınlık olanlar vardır denmesini suç sayıyor, üstelik halkı ‘kin ve düşmanlığa tahrik’ niteliğinde bir suç. Keza, ‘alt kimlik-üst kimlik’ ayrımı yapmanın eleştiri ve düşünce özgürlüğü sınırlarını nasıl aştığını da medeni dünyanın anlaması hiç kolay değil. (Bu arada, Başbakanın da işi zor) Şuna açıkça Türkiye’de politik ifade özgürlüğü yoktur desenize!
Sonuç olarak, Yargıtay’a niye şaşırmıyorum?... Çünkü, bizde yargıya hakim olan kültürün ‘hak ve özgürlük’ yerine ‘güvenlik’ odaklı olduğunu çoktandır biliyorum.
Star, 17.9.2007
|