Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 18 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Binlerce asker emeklisi insan hakkı arıyor!

Bakın, ülkenizde ne oldu?

On binlerce “asker emeklisi”; görevdeki on binlerce “asker” adına da, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi”ne gitti.

Bir daha söylüyorum: Türk Silahlı Kuvvetleri’nden emekli on binlerce asker adına, dernekleri; görevdeki on binlerin hakkının da gözetilmesi için, “insan hakları” namına, AİHM’ye başvurdu.

“40 yıllık bir adaletsizlik”e karşı, Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği TEMAD, “iç hukuk yollarının tükenmesi”nin ardından, AİHM’de adalet arıyor.

“Silahlı Kuvvetler mensupları”nın en az yüzde 70’i için.

Mesele, “en cumhuriyetçi” kurumun etrafında, rütbenin, doğal alt-üst ilişkilerinin ötesinde, kadim, kalıcı “adaletsizlik, hakkaniyetsizlik ve eşitsizlik” bulunması; özel olarak da bunun OYAK’daki yansıması.

“Emeklilik, dayanışma, sosyal güvenlik fonu” iken; Fransızlarla ortak, Kuzey Irak’ta iş yapabilen, Almanya’da banka sahibi olan, Erdemir’i satın alabilen, yerli bankasını yabancıya satabilen, en büyük holdinglerden biri haline gelmekle gurur duyan OYAK.

OYAK’ın esas fonları subay, astsubay başta, diğer ordu mensupları ile isteyen sivil memurların maaşlarından zorunlu kesintiler, bir de paraları asla iade edilmeyen yedek subaylardan alınanlarla oluştu.

Buna karşılık;

Holding yönetiminde de, şirket yönetim kurullarında da, kesintilerin yüzde 70 ila 80’lik nüfusundan bir kişi bulunmuyor. Alınmıyor.

Holding yönetiminde; kimi sivil, emekli generaller ile görevdeki generaller bulunabiliyor ama “alttakiler”e yer yok.

“Piyasa ekonomisi”nde ve emeklilikte dahi, şirket; “ast-üst ilişkisi”nin kalıcılığıyla yönetiliyor.

Alın size tam bir, “Cumhuriyet, demokrasi, adalet, eşitlik, kardeşlik, hakkaniyet, hukuk, insan hakları, insaf, izan, devrimcilik, imtiyazsızlık, kaynaşmışlık, her türlü zümre egemenliğinin reddi, sınıf ayrımcılığı, egemenlik” konusu.

Hakikaten alın; bunu, hem askeri hiyerarşiyi, hem sivil iktidarları düşünerek, yukarıdaki kantarlara vurun.

Yıllarca alt üst ilişkisi kabul etmiş, emir almış, yerine getirmiş, orduya bağlılık ve saygıda kusur etmemiş, aldıkları kültürle “devlet görevine adanmışlık” bir yana, çok sayıda şehit, gazi, sakat vermiş on binlerce insanın neden “Avrupa’da hak aradığı”nı bir düşünün.

Neden?

Neden “memlekette haksızlık, adaletsizlik” okuldan işe, işten ölüme kadar insanların gırtlağına yapışmış ki, bu askerlerin dahi şurasına gelmiş?

TEMAD Başkanı Mustafa Erol diyor ki;

“Yasanın eşitlik, adalet ve hakkaniyet kurallarına uymadığı tespit edilerek davalar açılmış, iç hukuk yolları sonuçlandırıldıktan sonra bazı kurumlarla konu hassasiyetle görüşülmüş, haklarımızın tanınması için görüşmeler yapılmış, yine sonuç alınamamıştır. Ülkemizin içinde bulunduğu sosyal, siyasal, ekonomik durum da değerlendirilmiş, yasal süre içinde, dış hukuk yolu olan AİHM’ye intikal ettirilmiştir. Hakkımızda hayırlı olmasını diliyorum.”

Bir düşünün; sonunda neden böyle diyor.

Sabah, 17.9.2007

Umur TALU

18.09.2007


 

Yargıtay’a yine şaşırmadım

Bundan ikibuçuk yıl önce Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun yazar M. Şevket Eygi’nin mahkumiyetini onaylayan bir karar vermesi münasebetiyle Zaman gazetesine yazdığım yazıya ‘Yargıtay’a Şaşırdınız mı?’ başlığını koymuş ve ‘Ben şaşırmadım’ diye de kendi açımdan soruyu cevaplandırmıştım.

Simdi yine benzer bir durumla karşı karşıyayız ve ben yine şaşırmıyorum. Meşhur ‘Azınlık Raporu’ dolayısıyla Prof. Dr. Baskın Oran’la Prof. Dr. İbrahim O. Kaboğlu hakkında açılmış olan ceza davasının Yargıtay aşaması nihayet sonuçlandı. Bu sefer Yargıtay’ın 8. Ceza Dairesi Ankara 28. Asliye Ceza Mahkemesi’nin sanıklar hakkında vermiş olduğu beraat kararını bozdu.

Yargıtay’a göre, söz konusu raporla Prof. Oran ve Kaboğlu, TCK’nın 312/2. maddesinde tanımlanan ‘sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak, halkı birbirine karşı kamu düzeni için tehlikeli olabilecek şekilde düşmanlığa veya kin beslemeye alenen teşvik’ suçunu işlemişler, yani açıkcası kin ve düsmanliğa tahrik etmişler.

Haberlere bakılırsa Mahkeme şöyle diyormuş: ‘Raporda, azınlığın etnik, dilsel ve dinsel olmak üzere üç türlü olduğu, Türkiye’de sadece din kıstasının esas alındığından söz edilmiştir. Türkiye’de Müslüman olmayan vatandaşlar dışında azınlık yoktur. Yeni bir azınlık tanımının ve uygulamasının yapılması ve yaratılması, etnik ve kültürel çeşitliliği olan üniter devlet ve milletin bölünmezliğini tehlikeye düşürecek bir sonuca ulaşacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nde sosyal sınıf, etnik köken, ırk, dil, din ve bölge ayrımı yapılmaksızın bütün vatandaşlar yasalar önünde eşittir.’

Mahkeme devam ediyor: ‘(Millet sözcüğü alt kimlikleri ret anlamına gelir) demek, kamu düzeni ve güvenliği için tehlike yaratır. Etnik ve kültürel çeşitliliği barındıran Türkiye’de bu çeşitliliklerden bir veya birkaçı diğerleri aleyhine öne çıkarılır veya daha fazla değer verilirse, barışçı toplumun bir kesimini diğer kesimi aleyhine veya halkı birbirine karşı kamu düzeni, kamu güvenliği için tehlikeli olabilecek şekilde düşmanlığa veya kin beslemeye alenen tahrik suçu oluşur.’’

Yine Mahkemeye göre, ‘Türk Milleti kavramı ırka, etnik kökene ve dine dayanmamaktadır. Raporda, alt kimlik-üst kimlik ayrımı yapılmak suretiyle eleştiri ve düşünce özgürlüğü sınırları aşılmış, suçlama niteliği taşıyan ve kamuoyuna açıklanan rapor içeriğiyle toplumsal tehlike boyutlarına ulaşılmıştır.’

Şimdi, bu gerekçeye her ne kadar ben şaşırmıyorsam da, başkaları için aynı garantiyi verememem. Ne Türkiye’nin ‘şerefli ve eşit’ bir üyesi olarak içinde yer almak istediği Avrupa Birliği anlayabilir bu akıl yürütme biçimini ne de ‘dost ve müttefik’ ABD’liler. Çünkü bu karar çok kısaca şu anlama geliyor: Türkiye’de bilim adamları toplumsal yapıyı tahlil ve tasvir etmekte bile özgür değildirler. Böyle bir şeye, tam da bu işler için oluşturulmuş olması gereken insan hakları kurullarında görev yaparken bile tevessül edemezler.

Dikkat ediniz: Mahkeme, Rapor’da azınlıklar için söz gelişi ‘kendi-kaderini-tayin’ hakkı, hatta dil ve kültür hakları talep edildiğini bile söylemiyor. Sadece, Türkiye’de dil ve kültür bakımından da azınlık olanlar vardır denmesini suç sayıyor, üstelik halkı ‘kin ve düşmanlığa tahrik’ niteliğinde bir suç. Keza, ‘alt kimlik-üst kimlik’ ayrımı yapmanın eleştiri ve düşünce özgürlüğü sınırlarını nasıl aştığını da medeni dünyanın anlaması hiç kolay değil. (Bu arada, Başbakanın da işi zor) Şuna açıkça Türkiye’de politik ifade özgürlüğü yoktur desenize!

Sonuç olarak, Yargıtay’a niye şaşırmıyorum?... Çünkü, bizde yargıya hakim olan kültürün ‘hak ve özgürlük’ yerine ‘güvenlik’ odaklı olduğunu çoktandır biliyorum.

Star, 17.9.2007

Mustafa ERDOĞAN

18.09.2007


 

İslâmiyet yayılıyor, Müslümanların sorumluluğu artıyor

Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) etrafındaki ilk Müslümanlar (sahâbîler) Mekke’li Araplardı. Araplar dışından onlara ilk katılanlar Habeşistanlı bir köle olan Bilâl-ı Habeşî ile İran/İsfahan’dan bir mecûsînin oğlu olan Selmân-ı Fârisî (radıyallahü anhüm) idiler.

Asr-ı Saadette Müslüman coğrafyası hızla genişledi, Arabistan’ı aştı. Sonra Mısır’a, Güneydoğu Anadolu’ya, Horasan’a, Mağrip’e(Kuzey Afrika) ve Endülüs’e ulaştı. Asya’da ceddimizin Müslümanlıkla şereflenmesi Abdülkerim Satuk Buğra Han(vefatı 955- H.344) ile başlamış, Selçuklular ile Anadolu’ya, Osmanlılar ile Rumeli’ye genişlemiştir. Aynı tarihlerde Hindistan’a, Uzakdoğu’ya ve Afrika’da yayılmıştır. Şimdi ise Avrupa ve Amerika’da hızla yayılmaya devam ediyor.

Müslümanlığın yayılmasının temelinde şüphesiz aslı bozulmamış, temel kaynakları hassasiyetle korunmuş yegâne semavî din olması ve gelişen, değişen şartlarda uygulanabilir olması geliyor.

Diğer sebepler arasında geçtiğimiz asırlarda insanlığı istilâ eden ideolojilerin (sosyalizm, Marksizm, faşizm, anarşizm, milliyetçilik, feminizm vb) tamamen veya kısmen fos çıkması, insan arayışlarına yeteri kadar cevap verememesi vardır. 21. yüzyılda tüm toplumların liberalizme yöneleceği ve ABD’li teorisyen Fukuyama’nın “liberalizmin insanoğlunun ideolojik evriminin son noktası olacağı..” tezi de yine çağdaş teorisyenler tarafından günün meydan okumalarına cevap vermedeki yetersizliği sebebiyle eleştirilmektedir. Esasen insanlığın liberal demokrasiyi yönetim biçimi olarak seçmesiyle maneviyat /din arayışları arasında paralel gelişmeler olduğu da gözlerden kaçmamaktadır. Her bireyin kendi tanımladığı “iyi hayat”ın peşinde koşması gerektiğini vazeden liberal toplum, dizginsiz bir bencillikle bozulma tehlikesi taşıyor. İslâmiyet ise insanlar arasında işbirliğini sağlayarak, müşterek gayreti geliştirerek bu açığı kapatmaya yardımcı oluyor. Çağdaş siyaset felsefecileri liberalizmin gerçek halefinin “çoğulculuk” olduğunu ileri sürüyor. Çoğulculuk ise ferden veya cemaat olarak Müslümanlığın yaşayıp, yayılmasına ortam hazırlıyor.

Modernleşmenin ve iktisadî refahın dinleri ihtiyaç olmaktan çıkaracağı zannediliyordu. Modernleşmeyle dinî inançların ve sembollerin kendiliğinden kamu ve özel hayatın dışına itileceği, dinlerin tamamen dışlanacağı “sekülerleşme” tezi tutmadı. Gerçi modernleşme dinler üzerinde zayıflatıcı bazı etkiler yapmış görünüyor. Nitekim birçok yerlerde dinde yenileştirme /reform arayışlarına yol açmışsa da, inananların îmanlarını korumak ve şartlara intibak etmek yönündeki çabalarını da tetiklemiş bulunuyor.

Dinlerin, özellikle de İslâmiyetin zayıflama dönemi sona ermiştir[*]. İktisadî kalkınma ve eğitim seviyesinin yükselmesiyle düşünen, soruşturan, araştıran insanların sayısı arttı. Onlar materyalizmin dünya ile sınırlı bir mutluluk vaadini yeterli bulmadılar. Dinlerin ve özellikle de islâmın insanlara verdiği dünya ötesi / ahiret hayatı ile ilgili mesajını idrak etmeye başladılar.

Günümüzde sınırları bir bakıma anlamsızlaştıran iletişimdeki gelişme ve küreselleşme de islâmın yayılmasında önemli bir unsur olarak görülmelidir. Her tür dinî mesaj doğrusuyla/eğrisiyle coğrafya, rejim, yönetim engeline takılmaksızın yayılabilmektedir. Burada iki önemli sorumluluk doğmaktadır. Birincisi İslam adına verilen bilgilerin temiz, doğru kaynaklardan alınmış olması, bidatlerle kirletilmemiş olmasıdır. Bir o kadar önemli olan da Müslümanların bulundukları her toplumda örnek insanlar olarak yaşamalarıdır. Nefret edilen değil, imrenilen dürüst insanlar olmalarıdır...

Türkiye, 17.9.2007

Muhsin ABAY

18.09.2007


 

Genelkurmay’dan hâlâ açıklama bekliyoruz

Kuveyt’te yayımlanan El Ceride gazetesinin iddiasına göre, Türkiye, “İsrail savaş uçaklarının Suriye’de vuracağı hedefler konusunda İsrail’e net bilgilerin verilmesinde önemli bir rol oynadı”.

Arap gazete ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Türk hava sahasını kullanmaları için İsrailli pilotlara yetki verdiğini de ileri sürdü.

El Ceride’ye bilgi veren kaynaklar, Türk istihbaratının bu konuda Başbakan Erdoğan’ı bilgilendirmediğini de iddia etti…

* * *

Birbirinden korkunç iddialar birbirini kovalıyor, ama Genelkurmay bir türlü açıklama yapmıyor.

Türkiye’nin maruz kaldığı bütün hava ve deniz sahası ihlalleri Genelkurmay’ın internet sitesinde resm-i geçit yaparken, topraklarımıza yakıt depolarını düşüren İsrail savaş uçakları hakkında tek kelime edilmiyor.

Edilmeyince, spekülasyonlar alıp başını gidiyor tabii.

“Türkiye’nin egemenliği yabancı bir devletin savaş uçakları tarafından ihlal edilirken Genelkurmay’ın sessiz kalması olacak şey değil. Hele, topraklarımıza düşmüş yakıt depoları gibi kanıtlar mevcutken buna hiç imkân yok. Genelkurmay sessiz kalıyorsa, o İsrail savaş uçakları bizim hava sahamıza mutlaka Genelkurmay’ın bilgisi dahilinde girmiştir” diye akıl yürütmeye başlıyoruz..

El Ceride’lerin haberlerini ister istemez ciddiye alıyoruz.

Ve soruyoruz:

“Türkiye’yi İsrail’in savaş oyunlarına hükümetten habersizce alet etmeyi mümkün kılan bir mekanizma var mı gerçekten?”

Varsa derhal yok edilmeli!

* * *

Genelkurmay’ın sessizliği değil sadece; Genelkurmay’ı konuşturmayı çok seven ‘malum basın’ın, hava sahamızı ihlal eden ve topraklarımıza yakıt depolarını düşüren İsrail savaş uçakları gibi fevkalade sansasyonel bir meseleye açıklık getirilmesi konusunda hiç ısrarcı olmaması da ibret verici…

İsrail savaş uçakları değil de İran veya Suriye savaş uçakları söz konusu olsaydı, dünyayı ayağa kaldırmazlar mıydı?

Yeni Şafak, 17.9.2007

Hakan ALBAYRAK

18.09.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri