Geçen pazartesi günü Yeni Şafak gazetesinde çok ilginç bir röportaj yayınlandı. Mehmet Gündem, önemli Kürt aydınlarından Ümit Fırat ile konuşmuştu.
Bizim medya bu röportajı nedense es geçti. Üzerinde pek durmadı. Halbuki ortalığı ayağa kaldıracak sözler dökülüyordu Fırat’ın ağzından.
Birlikte okuyalım:
S: Apo’nun bağlantıları var mı?
C: Bir gün İmralı’nın gardiyanları anılarını yazarsa çok şaşırtıcı bilgilerin çıkacağını görürüz.
Uğur Mumcu da önemli bulgulara ulaşmıştı, Mumcu cinayeti ve ulaştığı bulgular bir gün açıklanırsa çok şaşıracağız.
S: Apo, Kürtler için nasıl bir fenomen?
C: Bütün toplumların tarihinde böyle fenomenler olur. Ölüsü daha etkili olur bugün için. Öcalan orada normal bir şekilde ölse bile kimse buna inanmaz, komplo aranır ve ardından da kin ve intikamlar gelir.
S: Apo gündemi nasıl takip ediyor?
C: 5 Eylül’deki avukat görüşmesi notlarına baktım, Öcalan sadece TRT FM dinlediğini söylüyor ama Yeni Şafak’taki bir yazıdan da bahsediyor, (Zaman gazetesi yazarı) Mümtazer Türköne’yi de izliyor...
Sanki sihirli bir radyosu var, dünyada olup biten her şeyden çok detaylı haberi var. Bu basit bir bilgilenmeyle olmaz. Farklı bilgi kaynakları var. Önemli kaynaklar Öcalan’ın telefon görüşmeleri yaptığını söylüyor. (10 Eylül)
Bu önemli röportaja değinen nadir köşe yazarlarından biri olan Mensur Akgün, Referans gazetesinde dün şöyle diyordu:
“Ben, Ümit Fırat’ın daha önce özel konuşmalarda da dillendirdiği bu tespitlerinin ciddiye alınması gerektiğini düşünüyorum. Umarım hem DTP, hem de İmralı’nın yönetim ve denetiminden sorumlu olanlar... mülakata yansıyan noktaları dikkate alırlar.”
Mensur Akgün, Abdullah Öcalan’ın hapis yattığı İmralı’nın yönetiminden ve denetiminden sorumlu olanların bu bilgiyi dikkate alacaklarını umuyor.
Bence fazlasıyla “iyi niyetli” bir ifade Akgün’ünkü... Çünkü bu yeni bir bilgi değil. Yani sokaktaki vatandaş için yeni olabilir ama adayı kontrol eden güvenlik güçleri için değil.
O güçler, hadi adını da koyalım, askerler, belli ki Türkiye’nin özellikle Kuzey Irak ve Güneydoğu politikasını yürütürken, Apo’nun “tele-ilişkilerini” de bir veri, bir girdi olarak kullanıyor. (Hatta Apo’yu da kullandıklarını ve yönlendirdiklerini rahatlıkla düşünebiliriz.)
Ne kadar ilginç!
Apo çeşitli araçlarla Türkiye’de olup bitenlerden haberdar ve bunları değerlendirerek dışarıya haber gönderebiliyor. Belli ki emirler de veriyor. Ama aynı anda bütün bunların “ bilindiğini de biliyor “.
Ona bu iletişim araçlarını ve kanallarını sağlayanlar da (ya da izin verenler de) tamamen aynı bilgilere sahipler. Yani o ilişkiler ağında ‘herkes, her şeyi’ biliyor: “Bilgi toplumu” dedikleri bu olsa gerek!
Merak edenlere İmralı’daki güvenlik ve denetim şartlarını da aktaralım:
“700 güvenlik personeli gece gündüz görev yapıyor. Görevlilerden 450’si komando eri, geriye kalan 250 personelin tamamı subay. Üç katlı cezaevi binasının içinde görev yapan gardiyanlar silahsız. Binanın içine üst rütbeli subaylar girdiğinde dahi silahını son noktada görevlilere teslim etmek zorunda. Yaklaşık 10 monitör kamera, Abdullah Öcalan’ı tüm ayrıntılarıyla izliyor.” (Zaman, 10 Eylül)
Tüm bu bilgileri alt alta yazıp topladıktan sonra, 30 Ağustos resepsiyonu için DTP’li milletvekillerine davetiye gönderilmemesinin ne anlama geldiğini siz düşünürken, ben de bir ipucu vereyim: Buna siyaset bilimi literatüründe ‘gerçekçi politika’ deniyor.
Sabah, 13.9.2007
|