Kuraklığa, Kur'ân’dan evrensel mesajlar
Küresel ısınma, kuraklık tehdidi ve azalan dünya nimetleri… Zor günler yaşıyoruz. Ya da (inşaallah sadece) zor günler yaşama korkusunu… Güzel ve süslü bir rüya bitiyor sanki. Gazetelerdeki haberler cennet vatanımızın çok değil otuz üç yıl sonra çölleşeceği yönünde. Ve çölleşmeye doğru giden süreç artan bir ivme ile başladı bile.
Aynı günde dörde varacak kadar sık yaşanan orman yangınları ile ciğerlerimiz kuruyor. Akarsularımız ve göllerimiz “Ey arz! Suyunu yut” emrine itaatte. Cennet yurdumun batısı kuraklıktan kıvranıyorken, doğusuna gönderilen bulut rahmet değil gadab yüklü sanki. Ya trafik kazaları, her biri toplu katliâm gibi. Üstelik kazalar kara sınırlarını aştı. Trafik canavarının pek uğramadığı denizlerde bile acı kazalar yaşar olduk. Musibetlerin bu kadar üst üste gelmesi tesadüf değil elbette… Adeta bütün mevcudât işaret parmağını sallayıp beşeri ikaz etmekte.
Bunca uyarıdan sonra beşerin de artık başını ellerinin arasına alıp düşünme vakti çoktan geldi geçiyor bile: Biz nerede hata yaptık? Rahmet-i İlâhiye neden buna müsaade etti? Nimet bolluğunu kendimizden bilip in’âm edene şükretmeyi mi unuttuk? Yoksa “cennet yurdumuzu” Cennet zannettik de yurt mu edindik? Bolluğun içinde aldanıp Kur’ân’ın emri olan iktisat denilen tükenmez hazineyi unuttuk da dünyayı mı tükettik? Yoksa şükür imtihanından sınıfta kaldık da, şimdi sabır imtihanına mı geçiyoruz?
Bu sorulara gelin Kâinat Hâlık’ının ezelî kelâmından cevap bulmaya çalışalım:
“Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara mâruz kalmadan Cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara dûçâr oldular, öyle şiddetle sarsıldılar ki, Peygamber ile yanındaki mü’minler bile ‘Allah’ın vaad ettiği yardım ne zaman yetişecek?’ diyecek duruma geldiler. İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.”1
Birinci yanılgımız, mahall-i imtihanda rahat, huzur ve şu fani âlemde ebedî saadet aramamızmış demek ki. Oysa bu aradıklarımız burada bulunmaz; bunlar başka dükkânın malları. İşte ispatı bizden evvelki kavimler.
Kur’ân’daki şu kıssa birden bire bolluktan darlığa düşen bizim halimize ne de çok benziyor:
“Onlara şu iki kişinin halini misâl getir: Onlardan birine iki üzüm bağı lûtfettik, bağların etrafını hurma ağaçları ile donattık ve bahçelerin arasında da ekin bitirdik.
“Her iki bağ da meyvesini verdi, hiçbir şeyi eksik bırakmadık O iki bağın arasında bir de ırmak akıttık.
“O şahsın başka serveti de vardı. Arkadaşıyla konuşurken ona: ‘Benim,’ dedi, ‘Malım ve servetim senden çok olduğu gibi, maiyyet, çoluk çocuk bakımından da senden daha ilerideyim.’
“Bu adam gururu yüzünden kendi öz canına zulmeder vaziyette bağına girdi ve: ‘Zannetmem ki bu bağ bozulup yok olsun; kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Bununla beraber şayet Rabbimin huzuruna götürülecek olursam o zaman elbette bundan daha iyi bir âkıbet bulurum’ dedi.
“Konuşma esnasında arkadaşı bu şahsa: ‘Ne o?’ dedi, ‘Yoksa sen, senin aslını topraktan, sonra da bir damla meniden yaratan, bilâhare de seni böyle tam mükemmel bir insan şekline getiren Rabbini mi inkâr ediyorsun? Fakat sen inkâr etsen de şunu bil ki benim Rabbim Allah’tır. Rabbime hiç bir şeyi ortak saymam.’
“Benim servetimin ve çoluk çocuğumun sayısının seninkinden daha az olduğunu düşündüğüne göre, bağına girdiğinde: ‘Maşaallah! Allah ne güzel dilemiş ve yapmış! Ondan başka gerçek güç ve kuvvet sahibi yoktur’ demeli değil miydin? (Evet hakikâten biz de, bize cömertçe lûtfedilen dünya nimetleri için böyle demeli değil miydik?)
“Olur ki Rabbim senin bahçenden daha iyisini bana verir ve senin o bahçene gökten bir âfet indirir de bağın kupkuru toprak kesilir; yahut bağının suyu çekilir de ondan artık büsbütün ümidini kesersin’
“Çok geçmeden, bütün serveti kül oldu... Sahibi bu halini görünce, bağın çökmüş çardakları karşısında, yaptığı masraflarına, harcadığı emeklere acıyıp avuçlarını oğuştura kaldı! ‘Ah!’ diyordu, ‘N’olaydım, Rabbime ibadette hiçbir şeyi ortak yapmamış olaydım!’”
Ellerimizi oğuştura kalmadan Rabbimizin sûrenin devamında verdiği nasihatleri can kulağıyla dinleyelim:
“Hâsılı o, Allah’tan başka kendisine sahip çıkacak bir topluluk da bulamadı, kendi kendini de kurtaramadı.
“Öyle bir yerde himaye ve yardım, sadece hak ve hakikatin ta kendisi olan Allah’a mahsustur. En iyi mükâfâtı da, en güzel âkıbeti de veren O’dur.
“Dünya hayatı hakkında onlara şu misâli ver: Dünya hayatının durumu şuna benzer: Gökten yağmur indiririz, onun sayesinde yeryüzünde bitkiler yeşerip gürleşir, çok geçmeden kurur, rüzgârın savurduğu çerçöp haline gelir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.
“Mal mülk, çoluk çocuk... Bütün bunlar dünya hayatının süsleridir. Ama bâkî kalacak yararlı işler ise Rabbinin katında, hem mükâfat yönünden, hem de ümit bağlamak bakımından daha hayırlıdır.”2
Her musibet gibi elbette yaşadığımız küresel musibetin de ifade ettiği bir anlam, bir mesaj ve ifa ettiği bir vazifesi vardır. Kur’ân’ın emri ve peygamber sünneti olan iktisadı hiç böyle algılamamıştık meselâ… Nehrin kenarında abdest alan sahabeye israf etmemesini tavsiye eden Peygamberimiz (asm), aslında küresel çevre bilinci oluşturduğunu, iktisat emrinin “çok harcamamak” ya da “ayağını yorganına göre uzatmak”la sınırlandırılacak kadar dar anlamlı olmadığını, bilâkis nimetler sınırsız gibi gözükse de ancak ihtiyaç nisbetinde kullanılabileceğini, doymaya değil tatmaya izin verildiğini, istikbalde gelecek yüz aç insanın huzurunda bugün kemâl-i âfiyetle yenilemeyeceğini kuraklık tehdidi ile anlamış bulunmaktayız. Şimdi sanki bugün için nâzil olmuş kadar güncel ve etkili olan evrensel mesajlara geri dönüyoruz:
“Biz mutlaka sizi biraz korku ile, biraz açlık ile, yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele!
“Sabırlılar o kimselerdir ki başlarına musîbet geldiğinde, ‘Biz Allah’a âidiz ve vakti geldiğinde elbette O’na döneceğiz’ derler.
“İşte Rab’leri tarafından bol mağfiret ve rahmete mazhar olanlar onlardır.
“Hidâyete erenler de ancak onlardır.”3
Dipnotlar:
1- Bakara Sûresi: 214. âyet
2- Kehf Sûresi: 32-46. âyetler
3- Bakara Sûresi: 155-157. âyetler
[email protected]
|