Birinci yol, önceki dönemde edindiği “sınırlı iktidar pratiği”ni izlemesi, “Müesses Nizam”ın ona çizmeye çalıştığı “kırmızı çizgiler”i aşmayacak biçimde siyaset icra etmeye çalışması, siyasî ve idarî reformlara değil, ekonomiye ağırlık vermesi ve “sorun çıkarmamaya” çalışarak günü idare etmesi. Ancak bunu yapması, hem ülke hem de kendi iktidarı açısından çıkmaz sokağa girmesi anlamına gelecek. Çünkü ekonomik gelişme bazılarının sandığı gibi demokratikleşmeyi otomatik olarak getirmez. Zenginleşme, hukuk devletinin tesisiyle birlikte yürümezse, demokrasiyi de kırılgan bir hale getirir. Bunun Türkçesi şudur: Adaleti gereği gibi tesis etmeden kasayı doldurursanız, hırsızın iştahını kabartırsınız. Öyle bir ortamda “millî hislerle” vatanı kurtarmak isteyen de çok olur.
Hükümetin bu yolu izlememesini gerektiren husus, sadece “kalkınma tamam, sıra adalette” sloganına kulak verip, köklü yapısal sorunları çözsün diye ona oy veren vatandaşlara karşı ahlakî sorumluluğu da değil. Türkiye toplumu, sözünü tutmayan hükümetleri sokakta protesto etmez; ama seçim günü faturayı çıkarır. CHP iktidar olmak için başka bazı güçlere dayanabilir; ama “çevre”den gelen partilerin tek dayanakları olan halkı küstürmeleri durumunda hiçbir şansları yoktur.
İkinci yol, demokratikleşme konusunda kapsamlı ve tutarlı bir perspektifle hazırlanmış bir yol haritası oluşturup, bunun ana merhalelerini belirleyip ve toplumla paylaşıp, her kesimden sivil ve demokrat duyarlılığı olan birey ve grupların da desteğini alarak, cesaret ve kararlılıkla uygulamaktan geçiyor. Bunun bir yöntemi, “programda doğrudan veya dolaylı ifadelerle öngörülen reformların somutlaştırılması” olabilir. Tabii zamanlama da önemli. Demokratikleşmenin gerektirdiği temel düzenlemeleri geciktirmeden, mümkünse “ilk altı ay kuralı”na uyarak (Besim Tibuk, “iktidara gelirsek, ilk altı ayda ne yaparsak odur, sonra yaptırmazlar” demişti), parti içindeki bürokrat zihniyetli unsurlar tarafından engellenmeden gerçekleştirmeye çalışmak gerek.
“Kolay mı bu? Ya bunları yapmaya kalktığında darbe falan olursa?” diyebilirsiniz. Ama ilk bakışta mantıklı gelmese de, tam da bu tür muhtemel badireleri atlatmak için bu ikinci yolda ısrarla yürümek gerek. Yani reformları devam ettirmek sadece ülke için değil, AK Parti iktidarı için de hayatî bir önem taşıyor. Hükümet, varlığını sürdürmek ve iktidarda kalabilmek için sürekli reform yapmak, bu yolda durmaksızın yürümek zorunda. Çünkü attığı her adımla ardında kalan yol siliniyor; duraksamak kötürümleştiriyor. Yüzünü geriye doğru çevirmek ise önceki örneklerin de gösterdiği gibi, ölüm demek.
Bugüne kadar demokratikleşmenin zirvesindeyken yıkılan bir sivil hükümet yok. Tersine, korkularına yenilip içlerindeki statükocu seslere kulak veren, “gerginlik çıkarmama” adına güç odaklarını razı etmeye çalışırken adaleti ve hukuku feda eden iktidarların zevali ortada (Düşünelim; DP, 6-7 Eylül felaketinin tezgahlayıcılarını bulacak cesareti gösterseydi, acaba tarih aynı şekilde mi akardı?) Demokratikleşme yolunda kararlılıkla yürüyen bir hükümetin başarısı garanti olmayabilir; ama bunu yapmaması durumunda başarısızlığı garantidir.
Zaman, 5.9.2007
|