|
|
BİR KISSA, BİN HİSSE
Ashab-ı Kiram’dan Ebu’d-Derda (ra) gömlek almak için çarşıya çıkmıştı. Yolda Ebu Zerr (r.a.) ile karşılaştı, selamlaştı. Ebu Zerr (r.a.):
“Nereye gidiyorsun?” deyince, Ebu’d Derda (r.a.):
“On dirheme bir gömlek almak istiyorum.” Dedi.
Ebu Zerr (r.a.) de:
“Dikkat edin! Ebu’d-Derda müsriflerdendir!” diye bağırmaya başladı.
Ebu’d-Derda (r.a.), Ebu Zerr’i (r.a.) susturmak istediyse de bunu başaramadı ve nihayet dedi ki:
“Ebu Zerr, böyle yapma! Benimle gel de beni sen giydir.”
Birlikte çarşıya gittiler. Ebu Zerr, Ebu’d-Derda’ya dört dirheme gömleği aldı.
Gerisini Ebu’d-Derda (r.a.)’dan dinleyelim:
“Dönüp gelirken, avret yerlerini bile kapatmaktan uzak, çıplak bir adama rastladım. Onu örtüsüne dikkat etmesi için uyardım. O ise örtünecek elbisesi olmadığını söyledi. Ben de aldığım giysiyi ona verdim. Çarşıya dönüp dört dirheme bir gömlek daha aldım. Evime dönerken, bu kez de yolda ağlayan bir köle gördüm. Ona niçin ağladığını sordum. Şunu söyledi:
“Yağ konan kabım kırıldı. Aileme dönmek için de geç kaldım.”
Çarşıya gittim. Bir dirhem ödeyerek o köleye bir kap yağ alıverdim. Bu defa köleceğiz dedi ki:
“Ey efendi, bana yapacağın iyiliği yaptın. Aileme kadar da benimle gelsen de, beni efendimin dövmesinden kurtarsan… Çünkü ben eve geç kaldım. Beni dövmelerinden korkuyorum. Benimle gelirsen, belki bana dokunmazlar.”
Onunla beraber efendisine gittim ve onu teslim ettim. Efendisine:
“Hizmetçiniz geç kalmış da, onu dövmenizden endişe etmiş.” Dedim.
Adam:
“Madem seninle gelmiştir,” dedi, “senin hatırına artık o Allah için hür ve serbesttir!”
Bunu da görünce kendi kendime dedim ki:
“Ebu Zerr doğrusunu yaptı. On dirheme bana bir gömlek aldı, bir fakiri giydirdi, bir köleyi hürriyetine kavuşturdu.”
|
Süleyman KÖSMENE
06.09.2007
|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece "Ol" demektir; o da oluverir.
Yâsin Sûresi: 82
|
06.09.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Sahabîlerime dil uzatanları gördüğünüzde "Allah'ın lâneti kötülüğünüzün üzerine olsun" deyin.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 363
|
06.09.2007
|
|
Dünya barışını İslâm temin edecek
Dedim: “Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevkî ediyor. Zira beşer esir olmak istemediği gibi, ecîr olmak da istemez. Galip olsaydık, hasmımız ve düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidaneye, belki daha şedîdâne kapılacak idik. Halbuki o cereyan hem zalimâne, hem tabiat-ı âlem-i İslâma münâfi, hem ehl-i imânın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine mübayin, hem ömrü kısa, parçalanmaya namzettir. Eğer ona yapışsaydık, âlem-i İslâmı fıtratına, tabiatına muhalif bir yola sürükleyecektik.
Şu medeniyet-i habise ki, biz ondan yalnız zarar gördük. Ve nazar-ı şeriatta merdud ve seyyiatı hasenatına galebe ettiğinden, maslahat-ı beşer fetvasıyla mensuh ve intibah-ı beşerle mahkûm-u inkıraz, sefih, mütemerrid, gaddar, mânen vahşî bir medeniyetin himayesini Asya’da deruhte edecektik.”
Meclisten biri dedi: “Neden şeriat, şu medeniyeti* reddeder?”
Dedim: “Çünkü, beş menfi esas üzerine teessüs etmiştir. Nokta-i istinadı kuvvettir. O ise, şe’ni tecavüzdür. Hedef-i kastı menfaattır. O ise, şe’ni tezahumdur. Hayatta düsturu, cidaldir. O ise, şe’ni tenazudur. Kitleler mabeynindeki rabıtası, âhari yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise, şe’ni böyle müthiş tesadümdür. Cazibedar hizmeti, hevâ ve hevesi teşcî ve arzularını tatmin ve metalibini teshildir. O heva ise, şe’ni insaniyeti derece-i melekiyeden, dereke-i kelbiyete indirmektir. İnsanın mesh-i mânevîsine sebep olmaktır. Bu medenîlerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse, kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir.
* Bizim muradımız, medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyiliklerdir. Yoksa, medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki, ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip taklit edip, malımızı harap ettiler. Medeniyetin günahları, iyiliklerine galebe edip, seyyiatı hasenatına racih gelmekle, beşer iki Harb-i Umumi ile iki dehşetli tokat yeyip, o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşaallah, istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle, medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek. (Müellif-i muhteremi sonradan ilâve etmiştir.) Sünuhat, s. 57-59
Lügatçe:
tabakat-ı beşer: Beşer tabakaları.
ecîr: Ücretle çalışan.
cereyan-ı müstebidane: İstibdad, baskı kuran cereyan.
tabiat-ı âlem-i İslâm: İslam âleminin tabiatı, yapısı.
mübayin: Zıt.
medeniyet-i habise: Pis medeniyet.
seyyiat: Günahlar, kötülükler.
hasenat: İyilikler, güzellikler.
maslahat-ı beşer: Beşer faydası.
mensuh: Hükmü kaldırılmış.
intibah-ı beşer: İnsanlığın uyanması.
mahkûm-u inkıraz: Sönmeye mahkûm.
nokta-i istinad: Dayanak noktası.
tezahum: Birbirine zahmet verme, çekişme.
tenazu: Çarpışma, çekişme.
mabeyn: Ara, arası.
âhar: Diğer, başkası.
teşcî: Cesaretlendirme.
dereke-i kelbiyet: Köpeklik derekesi, derecesi.
racih: Üstün gelme.
|
06.09.2007
|
|
Hikmet dünyasından, Rahmet ve Kudret yurduna
Bu dünya hikmet dünyasıdır. Bu nedenle her hadise bir hikmet ile vücuda gelir. Gördüğümüz âlem-i şehadette Cenâb-ı Hakkın Hakîm ismi hâkimdir. Yaratılan her bir canlı, her bir canlıya sunulan nimetler, kâinat, güneş ve dünyamız ve içindekiler, Hikmet pergeli ile tanzim edilir. Hikmet ise her bir hadiseyi bir ölçüde bir sebebe bağlamış. Dünya bir tecrübe ve imtihan yeri olarak yaratıldığı için hadiselerin önüne sebep perdeleri konmuş. Halbuki sebepler arkasında faaliyet yapan Kudret-i İlâhiyedir. Lakin bu İlâhî Kudret, Hakîm ismine bağlı olarak çalışmaktadır. Dünya ölçeğindeki tüm iş ve faaliyetler bu tarzda tezahür eder, gözükür.
Şimdi bir çiftçiyi göz önüne alalım. Bu çiftçi, tarlasından buğday ürünü almak istiyor. Bunun yolu şudur: Çiftçi önce tarlayı sürecek, ardından güz aylarında tohumunu ekecek, en az on ay kadar bekleyecek ve yaz ayı geldiğinde hasat ederek buğdayı elde edecek. İşte bu faaliyet silsilesi, Hikmet pergelinin intizamına göre işler. Kudret ismi, Hikmet ismine bağlı olarak çalışır. Yoksa Kudret-i İlâhiye daha tohum tarlaya ekilir ekilmez buğdayı yaratıp gözümüzün önüne yığabilir. Kudret-i İlâhiye açısından bu mümkün, hiçbir zorluk yok. Zira Kudret için zaman ve mekân sınırı söz konusu değildir. Ancak bu dünyanın imtihan dünyası olması nedeniyle her hadise hikmet düsturları ile vücuda gelir. Hikmet, Kudretin tecellîsine sınır çizer.
Bu hususa Risâle-i Nur’da şöyle dikkat çekilir:
“Evet, dünya dârü’l-hikmet ve âhiret dârü’l-kudret olduğundan, dünyada Hakîm, Mürettîb, Müdebbir, Mürebbî gibi çok isimlerin iktizâsıyla dünyada icad-ı eşya, bir derece tedricî ve zamanla olması, hikmet-i Rabbâniyenin muktezâsı olmuş.” (Sözler, s. 106)
Bu dünyanın şartları böyle.
Peki ahirette durum nasıl olacak?
Orada hangi isim veya isimler öncelikli olarak tecellî edecek?
Cennette ve Cehennemde eşya yaratılırken zaman ve mekân sınırı olacak mı?
Bu ve benzeri suâllere bakın Risâlelerde nasıl cevap verilmiş:
“Âhirette ise, hikmetten ziyâde kudret ve rahmetin tezâhürleri için maddeye ve müddete ve zamana ve beklemeye ihtiyaç bırakmadan, birden eşya inşâ ediliyor. Burada bir günde ve bir senede yapılan işler, âhirette bir anda, bir lemhada inşâsına işareten Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân, Kıyâmetin gerçekleşmesi ise, ‘Kıyâmetin gerçekleşmesi ise, ancak göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan da yakındır’ (Nahl Sûresi: 77) ferman eder” (Sözler, s. 106)
Bu ifadeye çok dikkat etmek lâzım. Zira ahiret hallerini açıklamakta önemli bir noktaya parmak basıyor.
Bir önceki ifadeye göre nasıl ki bu dünya şartlarında Hakîm ismi önceliklidir, dünyadaki tüm hadiseler hikmet ismine bağlı olarak vücuda gelir. Ahirette ise Kadîr ve Rahîm isimleri önceliklidir. Diğer isimler Kudret ve Rahmete bağlı olarak tecellî ederler. Onun için zaman ve mekâna ve bu iki unsurun işlemesi için gerekli olan sebeplere ihtiyaç yok. Zira sebeplerin yaratılmasının hikmeti ortadan kalkıyor. Çünkü imtihan bitiyor. Her hadisede Cenâb-ı Hakkın tüm isimlerinin tecellîsi perdesiz bir şekilde tezahür ediyor.
Bu konuda hadis-i şeriflerde bir çok ahiret halleri hikâye edilmiş. Resûl-i Ekrem (asm) kabirde, haşirde, mahşerde, cennette ve cehennemde olacak bir çok hadiseyi ümmetine haber vermiş. Bu haberleri yukarıdaki ifadede geçen “hikmetten ziyâde kudret ve rahmetin tezâhürleri için maddeye ve müddete ve zamana ve beklemeye ihtiyaç bırakmadan, birden eşya inşâ ediliyor” prensibi ışığında anlamaya çalışmak lâzım. Aksi takdirde insan bir çok hadiseyi ya kavramakta zorlanacak veya hayâlî bir olay gibi hadiseye bakacak.
Meselâ Cennette Tûbâ ağacından bahsedilmiş. Bu ağacın kökü yukarıda, meyveleri aşağıda olarak tasvir edilmiş. Böyle bir ağaç şu dünya şartlarında yaşayan insan için çok garip olarak gözüküyor. Ancak ahiret nokta-i nazarından gayet makul ve akla uygun. Zira bu dünyada Hikmet, ağacı toprağa bağlamış, meyveyi de ağaca. Ahirette ise perdeye ve sebebe lüzum kalmadığından Kudret ağacı doğrudan yaratır. Kökün havada olması sebebe ihtiyaç kalmadığını bildirir. Üstelik insan Cennet meyvelerinden birisini kopardığı zaman hemen yerine yeniden birisi gelir. Bu dünyada koparılan bir meyvenin yerine yenisinin gelmesi için bir yıl beklersin. Ama Cennette mekân ve zamana ihtiyaç olmadığından koparılan meyve için hemen yenisi gelir. Çünkü orada Kudret ve Rahmetin tecellîsi önceliklidir.
İşte bu misalde olduğu gibi, Cennet ve Cehennemde yaşanacak olan tüm hallere, perdesiz ve sebepsiz tecellî eden Kudret ve Rahmet gözlüğü ile bakılırsa bize haber verilen hadiseleri daha kolay anlamak mümkün olacaktır. Yoksa Hikmet dünyasında sebeplerin arasında zihni karışmış bir insanın, Kudret dünyasındaki faaliyetleri anlaması kolay olmayacaktır.
[email protected]
|
Halil AKGÜNLER
06.09.2007
|
|
Gün bitti
Ve… Gün bitti;
bir basamak daha çıktık
yürüyen hayat merdiveninden
Saçlarından biri daha ağardı,
bir saç daha düştü omuzların üstüne,
zaman geçerken iz bırakmış yüzünde,
çizgiler biraz daha belirginleşmiş.
Aynalar puslu, feri gitmiş gözlerin,
Hazan üzerine, hicran üzerine nemleniyor sözlerin,
Ruhlar daralmış, kalp penceresi sisli, dumanlı,
Titreyen dudakta Lâtaknetû sadası,
Ceylan gibi seken yorgun ayaklar,
Titrek, ürkek ilerliyor buzun üstünde,
Menzil-i maksuda can atmak için,
Kûnûlillah çırpınışı yürütür diz üstünde,
Halefin haline gözyaşı döker,
Duâlar dökülür hıllet sıcaklığıyla,
Halîliye mesleği yol olmuş bize.
|
Eyüp OTMAN
06.09.2007
|
|
|
|