Toplumumuz gerçekten değişikliğe uğramış. Bireylerdeki değişiklik ise çok daha belirgin. Hepimizin gözlemlediği bu değişiklikleri bir yazıda sıralamak elbette mümkün değil. Ama hepsinin başını çeken bir tavrı görmek maharet isteyen bir şey değil: Yalan.
Yalan söylemek öyle sıradan bir şey olmuş ki, artık buna karşı gösterilen bir tepki bile görmezlikten geliniyor. Bu tepkimizle “hangi dönemlerde yaşıyorsun?” diye garip bir ithamla da karşılaşmamız pekalâ mümkün. Toplumun büyük bir kesimi hiç de yaratılışımızla bağdaşmayan bu tavrı çok rahatlıkla sergileyebiliyor. Hatta yalan söylemeyi kendilerine zorunlu hale getiren meslekler var. Avukatlık, reklâmcılık sektörü, siyaset, ticaretin yanında daha bir dizi meslek sayabilirsiniz. Bu gibiler, “ne yapalım zaman bunu gerektiriyor” demekle de bir savunmanın içine girmede bir beis görmüyorlar. Çekle borçlanma ve alacaklı olma dünyasının yalanı nasıl zincirlemeli olarak yaygınlaştırdığını ticaretle uğraşanlar çok iyi bilir. Mahkemeler “ticarî dâvâ”lardan iğne atsanız yere düşmüyor.
Toplumumuz, topyekûn bir yalan tehdidi altındadır. Karşılaştığımız arkadaşımızın “nasılsınız” sorusuna hiç düşünmeden vereceğimiz “iyiyiz” cevabın doğruluğundan da emin değiliz. Küçük şeylerle alışılan yalanlar hiç ama hiç uğramaması gereken yüksek dâvâlarımıza da bulaşabiliyor, kişiliklerimiz silinebiliyor, özgürlüklerimiz zedelenebiliyor. Nasıl olursa olsun her yalan özgürlüğümüzün erozyona uğradığının habercisidir.
Ben yalan konuşuyorsam ve hele yalan konuşmakla bir rahatsızlık duymuyorsam, çok derin yerlerimde bir eksikliğin olduğu kesin. Bu halimle bir dâvânın savunuculuğunu yapmam ne kadar doğru olur? Kime olursa olsun, söz verdiğim şey ne olursa olsun, eğer onu yerine getirmede bir heyecan duymuyorsam kişiliğimin erozyona uğradığı açık. Verdiğim aynı söz karşısında, muhatapları hesaba katarak göstereceğim tavır, yani kişiliklere göre vaziyet almam ise, özgürlüğümün yapı taşları ile epey oynadığımın açık göstergesidir. Özgür olan korkmaz ve yalan söyleyemez.
Ne demek adamına göre sözümüzü yerine getirmek! Verdiğimiz söz önce kendimizi bağlar, daha sonra bir başkasını. Hadi diyelim, muhatabımıza önem vermeyelim; ama kendimize karşı bir saygımız mı yok? O zaman güven duygumuz sarsılmış demektir; bir revizyondan geçmemiz söz konusu.
Gerçekten toplumumuz yalanla çok iç içe. Hatta öylesine ki, yalan ve doğru sözü birbirinden ayırt etmek çok zor hale geldi. Hele tevhidî bakış açısının zayıfladığı çağımızda siyasî anlayışın körüklemesi ile yalan söyleme meyli hat noktaya çıktı. Çağımızı bundan bin beş yüz yıl önceki İslâm toplumu, yani Asr-ı Saadetle kıyasladığımızda, bir iman zaafını görmemek mümkün değil. Doğruluk imanın en büyük özelliği olmakla birlikte toplumun ayakta durmasını sağlayan bir harç. O zaman yalan ile doğru birbirinden çok uzaktı; şimdi ise öyle mi, nerdeyse yan yana, aynı tezgâhta satılmaktadır.
Bu demek oluyor ki, yalana bulaşmak son derece kolay. Ne yapmamız gerekir? Dünden çok daha fazla ince eleyip dokumak bizim başta görevimiz. Ne olursa olsun vereceğimiz sözlere çok dikkat etmemiz gerekir, muhatabı hesaba katmadan. Karşımızda bize karşı yaptırım gücüne sahip olmayan bir çocuk olsa da değişen bir şey olmamalı. Bu durumda, yani çocuğa karşı yalan konuşmamız, sadece bizi ve çocuğu değil, aynı zamanda yarınlarımızı da tehdit etmektedir. Her şeyden önce, sözümüz bizi bağlamalı. Kendimize ne kadar saygılı olduğumuzu vereceğimiz sözlerle ispatlayabiliriz. Kendisine saygılı olmayan birinin başkasına saygılı olacağını söylemek ise çok zor.
Zamanın değiştiğine sığınmak gibi bir mazeret öne sürmek ise, kendimizi inkâr etme anlamını taşır. Oysa zaman insanı değil, insan zamana yön vermeli. Dünya bizim emrimizde; nesneler bize yön vermemeli.
Şimdi ise, sözümüzde durmak anlamında dünden daha çok görev bekler bizi. Söyleyeceğimizi bin tartıp bir söylemek gibi büyük bir görev. Bunu yerine getirdiğimiz sürece, zamanı lehimize çevirebiliriz. Bunu yaparken beklentimiz toplumdan değil, kendimizden olmalıdır.
Hazır yalan ve doğruluğa sözü getirmişken devam edelim gelecek haftada da; çünkü yalanı aramızdan çıkarmadıkça geleceğimiz karanlık; aydınlıktan söz edemeyiz, özgür olduğumuzdan ise hiç.
[email protected]
|