Avrupa ve Amerikan basınında kalbur üstü gazete ve dergilerde Türkiye üzerine çıkan birçok yazıda Türkiye’nin kimlik sorunları ve çelişkileri tartışılıyor. Batılı analistlere ilginç gelen iki olgu var. Bunlardan birincisi Kemalizm ve ordunun rolüyle ilgili. Cumhuriyet’i kurmuş, Batılılaşmayı amaç edinmiş, devletin resmi ideolojisi haline gelmiş Kemalizm ve Türk Silahlı kuvvetleri bugün Batı’ya, küreselleşmeye, kapitalizme, demokrasiye, liberalizme, çokkültürlülük tartışmasına nasıl bakıyor? Bu soruya cevap arıyorlar. Bu arada Kemalizm nedir, 21. yüzyılda ne anlama geliyor gibi tartışmalar da var tabii.
İkinci merak konusu Türkiye’deki İslami hareketin dönüşümü. Temelde sorulan soru şu: Türkiye’de yakın geçmişe kadar Batı karşıtlığıyla bilinen muhafazakâr-İslami hareket nasıl değişti? Neden Batı, demokrasi, Avrupa Birliği ve küreselleşme kavramlarıyla daha barışık hale geldi?
Bu duruma ve bu sorulara sadece ve sadece ‘takiye’ diyerek cevap vermiyor Batı. Türkiye’de İslami yönü olan bir hareket nasıl oldu da bu kadar ciddi bir ‘evrim’ geçirdi diye merak ediyorlar. Komplo teorileri kurarak onlar hâlâ İslamcı demiyorlar.
‘Rol’ meselesi
Yani Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ‘rol’ yaptığına inanmıyorlar. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Kemalizm’e oranla Batı’yla daha barışık halde olmasını son derece ciddiye alıyorlar. İşte bu konuda Türkiye’de ciddi bir çelişki, bir kimlik sorunu görüyorlar.
Türkiye’deki bu çelişki, dünya genelinde tam aksi yönde giden dinamiklere bakınca daha da anlam kazanıyor. Zira dünya genelinde İslam ve Batı ciddi bir gerginlik halinde. Huntington’ın ‘Medeniyetler Çatışması’ senaryorsu adeta gerçek olmuş durumda. Bütün bunlar nedeniyle Türkiye Batılı gözlemcilerin gözünde yakından takip edilmesi gereken son derece ilginç bir ülke. Kimilerine göreyse Türkiye Medeniyetler Çatışması’nı geçersiz kılan yegâne siyasi model.
Batı’nın ve de özellikle ABD’nin, Türkiye’yi bu şekilde bir model olarak algılaması Kemalizm ile Batı arasındaki ilişkileri daha da geriyor. Zira Kemalistler Türkiye’nin Batı’nın gözünde bir ‘model’ haline gelmesini kesinlikle istemiyorlar.
Bu tür model söylemleri Kemalist cemaatin gözünde Batı’nın Türkiye’de bir ‘ılımlı İslam’ rejimi yaratmak istemesinden kaynaklanıyor.
Benim görebildiğim kadarıyla Kemalistler Batı’nın Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kullanarak Kemalizm’i yıpratmak peşinde olduğunu düşünüyorlar. Bunun mantığı nedir? Neden Batı Kemalizmi yıpratmak istesin? Buna verilecek doğru dürüst bir cevap bulmak zor. Solcu Kemalizm bu soruya “Batı bizi sömürmek istiyor” diyerek cevap veriyor herhalde. Diğer bir cenah ise Batı Kemalist Cumhuriyet’i ve laikliği ‘feda’ ederek, radikal İslam’ın karşısına ‘ılımlı İslam’ çıkarmak istiyor diye düşünüyor herhalde. Zamanında ABD tarafından Sovyet komünizminin karşısına çıkarılan o efsanevi ‘yeşil kuşak’ projesi bu tür Kemalist analizlere ilham kaynağı oluyor olabilir.
Seçim sonrası
Tabii burada asıl ilginç olan Kemalistlerin kendilerine ve rejime olan güven eksikliği. Sürekli korku ve panik halindeler. Bu gerilim hali 22 Temmuz seçimlerinden sonra daha da artmışa benziyor. Zaten bütün Kemalist söylem ‘Cumhuriyet hiçbir zaman bu kadar ciddi tehdit altında olmamıştı’ cümlesiyle başlıyor hep. Oysa ki Türkiye’deki laik rejimin Batı tarafından her an yıkılabilir oluşuna bu kadar rahatça inanmak paranoya ötesi, müthiş bir zafiyet göstergesi.
Bir bakıma Kemalizm aslında kendi başarısının kurbanı oluyor. Çünkü Türkiye’de İslam’ı bu kadar ılımlı hale getiren Kemalizmin ta kendisi. Neden mi? 28 Şubat sürecini hatırlayın ve Adalet ve Kalkınma Partisi neden böylesine dört elle Avrupa Birliği projesine sarıldı diye sorun. Ama burada bir uyarı yapmak gerekiyor. Evet Adalet ve Kalkınma Partisi bir bakıma Kemalizm’in kırmızı çizgilerinin bir ürünü. Ama Adalet ve Kalkınma Partisi sadece ve sadece bu nedenle ılımlı hale gelmedi. Adalet ve Kalkınma Partisi aynı zamanda toplumsal değişimi yakaladığı için değişti. Türkiye’deki kapitalist düzen sayesinde değişti. Eğer Anadolu’da ortaya çıkan yeni bir girişimci ve sermaye sınıfı olmasaydı böyle bir parti kolay kolay ortaya çıkmazdı.
Mısır’da Kemalizm yok!
Eğer Türkiye’de demokrasi olmasaydı Adalet ve Kalkınma Partisi gibi bir hareket gene olamazdı. Neden mi? Çünkü demokrasi ve seçimler halkı kazanmak için var. Halkı kazanmak ise ‘pragmatizm’ gerektiriyor. Sert bir ideolojik yaklaşım yerine ‘hizmet ve diyalog’ gerekiyor demokraside. Adalet ve Kalkınma Partisi gibi bir hareket işte zaten bu nedenle otoriter bir düzende ortaya çıkamazdı. Gene bu nedenle böyle bir hareket Ortadoğu’daki otoriter ülkelerde mümkün olamaz. Mesela Mısır gibi bir ülkede ‘Müslüman Kardeşler’ hareketi aynı dönüşümü gösteremiyor. Zira Mısır’da ne doğru dürüst bir kapitalizm ne de işleyen bir demokrasi var. Tabii Mısır’da Kemalizm de yok. İşte zaten o nedenle belki de formül şu şekilde kurulmalı: KEMALİZM + KAPİTALİZM + DEMOKRASİ = AKP.
Bu basit formüle bir de tabii ki Avrupa Birliği sürecini eklemek gerekiyor. Eğer Türkiye’nin Avrupa Birliği süreci 1999 yılında Helsinki zirvesiyle tekrar teyit edilmeseydi, yeni kurulacak Adalet ve Kalkınma Partisi için Avrupa Birliği süreci cankurtaran olmayacaktı. Avrupa Birliği’ni ulaşılacak hedef olarak göstermesi sayesinde Adalet ve Kalkınma Partisi sistemin, rejimin ve büyük sermayenin gözünde ‘meşruiyet’ kazandı. Ancak bugün rejim ve asker Avrupa Birliği’nden soğumuş görünüyor. Batı’nın Adalet ve Kalkınma Partisi ve ‘ılımlı İslam’ konusunu model gösterip, Türkiye’ye sempati duyması Kemalizm’i çileden çıkarıyor.
Ama iş bununla kalmıyor.
Kemalizm’in Batı’ya olan kızgınlığını daha da artıran ikinci konu tabii ki Kürt meselesi. İster Amerika Birleşik Devletleri ister Avrupa Birliği bu konuda sabıkalı olarak görülüyor. Birleşik Devletler, Irak’ta Kürt devleti peşinde koşuyor, Avrupa Birliği ise Türkiye’yi içeriden bölmek istiyor şeklinde bir algılama var. Her ne kadar bu algılama sadece Kemalistler değil, bütün Türkiye tarafından paylaşılıyor gibi görünse de, İslami kesim konuya biraz daha sağlıklı yaklaşabiliyor. Mesela AK Parti bazen ‘Hepimiz Müslümanız’ bazen de ‘altkimlik, üstkimlik’ söylemleri sayesinde etnik dozu daha az olan bir milliyetçilik sergiliyor. Ayrıca İslami kesim Osmanlı’dan gelen çokkültürlü mirasa Kemalistlere oranla daha rahat sahip çıkıyor ve bu konuda Batı’yla daha barışık bir tavır sunuyor.
Türkiye’de bu kimlik sorunlarının ve ortaya çıkan çelişkili tablonun demokratik bir süreç içinde, herhangi bir Kemalist askeri müdahale yaşanmadan cereyan etmesi son derece önemli. Türkiye’nin kendi iç dinamikleri bu demokrasi ortamını yeterince sağlayamadığı için, Türkiye’nin Avrupa Birliği adına yaptığı reformlar çok önemli.
Bu nedenle Kemalizm’in Batı’ya karşı duyduğu kızgınlık Avrupa Birliği’ne karşı yöneldikçe Türkiye’de demokrasiyi de tehlikeye atıyor. Avrupa Birliği’nden soğumuş bir Kemalizm, aynı zamanda demokrasiden de soğmuş duruma geliyor.
Radikal, 20.8.2007
|