Çağlayarak değil, durgun ama dolgun akan bir ırmağın kenarında oturup akışına kendinizi hiç kaptırdınız mı? Etraf sessiz, siz bütün dikkatinizi ırmağın akışına yoğunlaştırdınız.
Akıp giden köpükler, yapraklar, çerçöpler, ışık huzmeleri, ara sıra balıklar, yanıp sönen parıltılar, gölgeler görürsünüz. Gördükleriniz ırmağın hareket ettiğinin belirtisidir. Ama siz yerinizdesiniz. Ne bir ön yargınız var ne de karamsarlığınız. Irmaktan yana sizde bir huzursuzluk yok. Irmağın akışına kendinizi biraz daha kaptırırsanız, sizin de ırmakla birlikte gittiğinizi sanırsınız.
Bu bir gözlemdir, hayatınızın yalnız bir kesitine ait bir gözlem. Ama ırmak üzerindeki oluşumlardan ne kadar rahatsınız ve ne kadar dinlenmiş haliniz var. Neden acaba?
Çünkü tabiî seyrinde giden ırmakla ilgili bir yargınız yok; akışın dışındasınız, siz sadece olup bitenlere bir seyircisiniz; ırmağın ne kaynağıyla ve ne de ulaşacağı amacıyla ilgileniyorsunuz; normal mecralarında akıp gidenleri sorgulamıyorsunuz; akışın sessiz melodisine kendinizi kaptırdınız; hiçbir şeyin yükünü çekmiyorsunuz, inanıyorsunuz ki gözünüzün önünde olan her şey sizin gücünüzün üstünde bir el tarafından işlettiriliyor; hayatınızın bir parçası olmasına rağmen ırmak o an için size bir sorumluluk yüklemiyor. Ve ırmak karşısında öyle olmak durumundasınız.
Öyle değil de ırmağın akışıyla gündeme gelen bir sürü oluşumları sorgulamaya kalksanız ne olurdu? O zaman belki de sizi hiç de ilgilendirmeyen binlerce anlamsız soruların altında ezilmiş ve sonunda yorgun düşmüş olacaktınız. Irmak niçin böyle sessiz akıyor? Üzerindeki görüntülere ne oluyor? Ve ırmak böyle değil de başka tür aksaydı? İşte bizim dışımızda akıp giden hayatı sorgulamamızdandır ki, başımıza gelmedik sıkıntı, bela ve musibetler kalmadı.
Bir ırmağın kenarına oturanlarımız çok oldu ve ondan bir haz alanlarımız da. Ama bu hazzın nerden ileri geldiğini düşünenimiz ise çok az.
Hayatımız bu ırmak gibidir aslında. Bizi dolaysız ilgilendiren çok az şey var hayatımızda. Bir seçme serbestimiz var o kadar; onunla ancak yönümüzü, mecramızı tayin edebiliyoruz. Ondan sonraki gelişmelerin belki de yüzde doksan dokuzu bizim irademizin dışında. Artık karşılaştığımız her şey, ırmaktan farksızdır; ırmağı tersine akıtmak mümkün değil. İyi gözlemlersek, her şeyin bir hikmetini düşünüp itiraz etmezsek, yolumuzun üzerindeki engelleri normal görürsek ve sessiz kalırsak, hayatımızın yalnız bir kesiti değil, bütünü bize güler. Sonumuz da o kadar anlamlı olur.
Yalnız görevimizin bilincinde olup bizimle ilgili olanları ayrıntılarına varıncaya kadar yerine getirme iradesini göstermek önemli olan. Bunun dışındaki bütün gelişmelere göğüs gererek gözlemci görevimizi üstlenmek…
Tevekkül de iyi gözlemci olmaktan geçer. Bu anlamdaki tevekkül, edilginlik hali değil, tam aksine etkenliktir. Yeni bir oluşum ve yeni bir keşfin öncesi halidir; sessizlik ve hareketsizliktir belki, ama hikmet arayışının bir aksiyon halidir. Düşünme de sessizlikle kendini gösterir.
Başa gelenler, acılar ve bütün hoşnutsuzluklarımıza da bu gözle baktığımızda, o anda çektiklerimizin bir anda hafiflediğini görmemek mümkün değil. Bize bulaşan zorluklara karşı ırmağın kenarında oturup seyreden gibi davranalım. Dışardan bir gözlemci gibi zorluklara bakalım. İçimizin akışını da gözlemleyelim. Göreceğiz ki, bütün acılarımız ırmak gibi akıp gidecek…
İşte tevekkül acıların hafiflemesi ve yok olmasıdır.
Olup bitenlere karşı gelinmez, çiğin önüne durulmadığı gibi; yalnızca kenara çekilip seyredilerek hikmeti üzerinde durulur. Bize gelen hiçbir acı da hakkı verilmedikçe bizi imtiyazlı hale getirmez. Hakkının ödenmesi ise, sabretmektir; yani iyi gözlemci olmaktır.
Hayatıyla kavgalaşan insanlar az mı? Kavga hali, tevekkülün ne öncesinin ne de sonrasının bir özelliğidir. Hiçbir kavgada ne rahatlık var ne de hoşgörü.
Hayatımızın gözlemcisi olmak başlı başına bir sanattır ve bir yaşama biçimidir. Belki de tevhidî bakış açımızın kuvvetli ayağıdır. Gözlemin içinde düşünme olgusu da var. İkide bir Kutsal Kitabımızın “hâlâ düşünmüyor musunuz?” diye uyarıları boşuna değil; bütün hayatımıza bir gözlemci edası içinde bakmaya yönlendiriyor.
Hem dışımızdaki olaylara ve hem de içimizdekilere karşı bir gözlemci olabilmek, belki de yaratılışımızın en büyük amacı.
|