Gün geçmiyor ki Türkiye yeni bir çete haberiyle çalkalanmasın… (...)
On gün kadar önce Ümraniye’de bir gecekondunun çatısında elegeçirilen 27 adet taarruz tipi el bombası, TNT kalıpları ve fünyelerin “sahibi” olarak tutuklanan emekli astsubay Oktay Yıldırım da, emekli general Küçük’ün çevresinden bir isimdi.
Bu haberi “merkez medya” çabuk geçti…
Zira Yıldırım ilginç bir kişilik… Özel Harp Kuvvetler Komutanlığı’nda helikopter pilotu olarak görev yaparken yaralanmış, malulen emekli edilmiş... Ardından ulusalcı hareketin vazgeçilmez simalarından birisi halen gelmiş, her mitingde, her protestoda ön saflarda yer almış, Perihan Mağden, Orhan Pamuk ve Elif Şafak’ın yargılandığı davalarda da adliyenin önünde boy göstermiş… 2006 yılının Mayıs ayında, Veli Küçük’le birlikte, Hrant Dink’in yargılandığı “Türklüğe hakaret” davasının görüldüğü mahkemeye, müdahil olmak için başvuranlardan… Ve ismi Danıştay saldırısında anılan emekli subay Muzaffer Tekin’in yakın dostlarından…
Bu tür isimler üç ayrı hatta karşımıza çıkıyor.
“Birinci hat”, rahip cinayeti, Danıştay saldırısı, Hrant Dink suikasti, Malatya vahşeti gibi olaylardan oluşuyor. Gazete arşivleri ve dava dosyaları Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Oktay Yıldırım gibi isimlerin hemen her olayda anıldığını gösteriyor.
“İkinci hat”ta, dernekler etrafında örgütlenen, türlü protestolarla, mitinglerle karşımıza çıkan yeni ulusalcı dalga var. Bu derneklerin büyük bir çoğunluğu eylem ve destek açısından devlet eksenli ve yönlendirmeli bir çalışma içinde bulunuyor. Bunların en etkililerinin başında daha birkaç yıl önce darbe yapmaya soyunmuş emekli kuvvet komutanı var. Birçok dernekte emekli askerler yönetici konumunda… Türkiye’de bir kutuplaşma havası ve görüntüsünü bu gruplar oluşturuyor, en azından tetikliyor.
“Üçüncü hat”ta ise Sauna, Atabeyler gibi skandallar serisi bulunuyor. Ortalama iki ayda bir yapılan, şurada ya da burada emekli askerler, yeni ulusalcı simalardan oluşan garip gruplar, askeri mühimmatlarla ele geçiriliyorlar…
Ve bu hatlar üç noktada kesişiyor:
1. Her hatta karşımıza aynı ulusalcı, özel harpçi ve kuvayı milliyeci örgütlerle ilişkili isimler çıkıyor.
2. Bu örgüt yelpazesinin içinde yer alan kimi kişiler, bir dönemin Gladyosu’nu andırır biçimde mühimmat depoluyor, para-militer örgütlenme içinde faaliyet gösteriyor.
3. Bu isimlerin karıştığı tüm skandal ve olayların hemen her zaman üstü kapalı kalıyor, münferit olarak geçiştiriliyor…
Bu durumda sorular ve şüpheler de kendiliğinden şekilleniyor:
Çeteler ve sivil toplum örgütleri iç içe geçen, dahası tek bir kökün ayrı dalları olabilir mi?
Bu yapılarda emekli askerlerin baskın ve düşündürücü varlığı neye işaret etmektedir?
Olup biteni anlamak açısından “çete” yerine “yarı resmi örgütlenmeler” tabiri daha doğru mu olur?
Örnek mi?
Sauna Skandalı’nda Genelkurmay Başkanlığı Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı Muhabere Arama Kurtarma timinde görevli Yüzbaşı Nuri Bozkır ve eski Emniyet Genel Müdür Vekili Ertuğrul Çakır’ın işadamı Kasım Zengin’le kurdukları örgüt çete boyutunu aşmıyor muydu? Bunların kamu kurumları ve alışveriş merkezlerinin krokilerini depolayan, askeri stratejik bilgilerle haşır neşir bir örgütlenme içinde olduğu ortaya çıkmamış mıydı? Beteri örgüt üyelerinin eylem yapmak için bombalı özel eğitimden geçtiği tespit edilmemiş miydi?
Evet, buz katmanının üzerindeki asker-sivil çatışması ve askeri kuşatma bir yana; devlet içinde Emasya, toplumun göbeğinde Gladyo ve para-militer laikçi ulusalcı örgütlenme…
Bugüne dair tehlikeli bir sarmal…
Yeni Şafak, 20 Haziran 2007
|