Bugün Şerif Mardin’in ifadesiyle “mahalle baskısı” hakkında yazacakken öyle bir TSK baskısı geldi ki, muhtemel bir tehlike olarak “mahalle baskısı’nı konu etmek resmen lüks oldu. Hele “mahalle baskısı” biraz daha beklesin bakalım, biz artık resmen “siyasete soyunmuş” görünen TSK baskısıyla başetmeye çalışalım.
Genelkurmay’ın 8 Haziran tarihli son bildirisiyle bir kez daha ortaya çıktı ki, TSK artık bir siyasi parti gibi davranmaya başladı. Siyaset alanındaki taşeronlarının performansından hoşnut kalmamış olmalı ki, açıklamalarıyla, bildirileriyle, uyarılarıyla siyasi faaliyete artık bizzat kendisi katılıyor. Tabii herhangi bir parti gibi yapmıyor bunu. Kendisini yasama ve yürütme gücü yerine koyarak ulusa siyasi çağrı yapıyor; dost düşman belirliyor. Halkı “ulus devletten yana” ve “ulus devlete karşı” olanlar diye ikiye bölüyor. Siyasi alanı iyice daraltırken, kendisini bu alanda gerçek anlamda tek yetkili güç haline getirmeye çalışıyor. “Ulusu teröre karşı kitlesel ve refleksif bir şekilde direnmeye davet etmesini” başka türlü okumaya imkan yok. Olan bitenler hepimizin gözleri önünde olup bitiyor.
Kendilerini “cumhuriyetin kurucusu ve asıl sahibi” olarak gören güçler 27 Nisan’dan beri Türkiye’yi hızla militarist bir demokrasi anlayışına doğru sürüklemeye çalışıyor. Bu süreci ilerletirken de, Türkiye’nin malum temel kronik sorunlarını, ülkenin siyaset iklimini otoriterleştirmenin manivelaları olarak kullanıyor. Cumhuriyet mitingleri, “laiklik-şeriat” ekseninde bir kutuplaşma yaratma denemeleriydi. Hayali tehlikeler yaratılarak, kitlelerdeki şeriat fobisi kışkırtılarak hükümet sıkıştırılmaya toplumsal bir çatışma ortamı oluşturulmaya çalışıldı.
Bu olmadı. Hemen ardından, aynı kutuplaştırma çabasının diğer müzmin sorunumuz, Kürt sorunu kullanılarak azdırılmayı çalışıldığına tanık oluyoruz. Kitleleri “teröre karşı refleksif tepkiler vermeye” çağırmanın ne kadar tehlikeli bir çağrı olduğu açık değil mi? Nasıl bir ateşle oynanıyor? Şehit cenazelerinin Kürt-Türk çatışmasına dönüşmesi, kardeş kavgasının başlaması tehlikesi görülmüyor mu?
Artık apaçık ortada olan strateji, mevcut hükümeti terör meselesinde sıkıştırmaktır. Öyle bir kuşatma ki bu, hükümet TSK’nın Irak’a girmesine izin vermezse yükselen terörün sorumlusu ilan edilecek. İzin verirse zaten doğacak savaş ortamında sivil siyaset hepten boğulacak; “özel güvenlik bölgeleri” bütün Türkiye’yi kapsayacak, ne Ak Parti iktidarı kalacak ortada, ne demokrasi, ne seçim ortamı...
Bugün, 10.6.2007
|