Hizmetimizin artık dünya genelini dikkate alarak planlanması gerekli olan bir dönemdeyiz. Dünyanın gittiği noktada zahiren karışıklık ve kargaşa olsa dahi derinde ve özde bir vahdet hali ve birlik ruhu olacağı gözleniyor. Zaman ve şartlar ortaya koymakta ve açıkça göstermektedir ki, bu birliğin çimentosu ve ruhu Risâleti’n-Nur yani nur-u Muhammedî’dir (a.s.m.).
Avrupa Birliği şu an için Türkiye’nin gittiği istikamet olarak gözleniyor. Çoğunluğun inancının memleketimizin geleceği ve selâmeti açısından iyi olacağı yönünde olduğu değişik vesilelerle anlaşılıyor. İnşaallah gelişmelerde siyasî planlardan çok birliğin kâğıt üzerindeki hedeflerine uygun olur ve dünya barışına ve insanlığın bütünleşmesine hizmet eder. Bütün irade ve işleyişlerin içinde, dünyanın istikrarlı bir şekilde gelişen ve bütünleşen bir yapısı var. “Medeniyetler Çatışması”, “Tarihin Sonu”, “Medeniyetler Arası Diyalog” gibi tezler gündeme getirilirken insanlık âleminin derinlerinde bir bütünleşme sürecinin yaşandığı gözleniyor. Yeni dönemde ırk, coğrafya, din, dil birliği gibi özellikleri ile tanımlanan milletlerle şekillenmiş kimlikler yerine, insanların birer fert olarak değer kabul edildiği ve insanî değerlerin daha ön plana çıktığı dönemlere doğru gidiliyor.
Artık dostluklar ve düşmanlıklar sadece mensubiyetler ve taraftarlıklarla değil topyekûn insanlığın sahip olduğu değerler ve değer yargıları etrafında şekillenmektedir. Özellikle, dünyada kargaşa çıkarmak ve bir satranç oyunundakine benzer hesaplarla insanlığı yönlendirmek amaçlı girişimler bu hesapların hedefinden çok insanlığın derin gelişimine hizmet eder hale gelmiştir. Meselâ, 11 Eylül dünyaya hakim güçlerin hesapladığı gelişmelerden çok, dünyanın genelinde insanlığı arayan, fazilet ve ahlâk gibi değerler etrafında birleşmiş ve zulme ya da emperyalizme karşı dünyanın her tarafına yayılmış bir topluluk bulunduğunu ortaya çıkardı. Dünyanın çeşitli yerlerinde farklı dinlere, farklı ırklara ve farklı kültürlere mensup milyonlarca insan aynı doğrular etrafında bir araya geldiler. Bu durum benlik ve ırkçılık ile oluşturulmuş ulusların kalın duvarlarla birbirine kapatılmış uluslar düzeninin yerini, temel insanî değerler etrafında birleşmiş ve dış görünüşte farklılıklar olsa bile daha derinlerde bütünleşmiş bir beşer tabakalarının aldığına da işaret ediyordu.
İnsanlık ağacında felsefe dalının uzantısı olan; benlik, hakimiyet, kuvvet, sahiplenmek ve hükmetmek gibi ırkçı ve yayılmacı zihniyetin şekillendirdiği bir beşer tabakası oluşmuştu. Diğer taraftan aynı ağacın nübüvvet tarafında yer alan bilerek ya da bilmeyerek heva yerine Hüda’ya tabi olmuş ve insanı insan yapan erdemleri ırk, coğrafya ve kültürlerden bağımsız olarak ön planda tutan bir beşer tabakası da, hem Irak’ta, hem Amerika’da, hem de dünyanın bütün ülkelerinde, bu tabakanın uzantıları şeklinde bulunmaktaydılar. Bunları birbirlerinden haberdar olmadıkları halde bir araya getiren ve hiçbir kulis faaliyeti, propaganda veya başka siyasî girişimler olmaksızın aynı ortak noktada birleştiren özlerinde, ruhlarında ve belki de kısmen genlerinde var olan hakka taraftarlık olmalıydı.
Zaman ve şartlar, yaşadığımız olaylar, devletler ve milletler şeklinde ve her iki tarafın da çoğunlukla hevaya tabi olduğu ve benlik ya da ırkçılık kavgası olarak yürüttüğü harplerin yerini, insanlık tabakalarının, hakkın ve batılın yanında yer alanların mücadelesinin alacağını göstermektedir. Bu dönemden sonra özellikle hakkın ve Hüda’nın tarafında yer alanların, bu tabakalaşmanın hızlanması ve belirginleşmesi yönünde gayret sarf etmesi gerekmektedir. Benim ülkemin ve benim insanımın tavrı doğru, diğer ülkelerin tavrı yanlıştır gibi siyasî ve tarafgir kabullerin yerini doğruya ve hakka, nereden ve kimden gelirse gelsin, taraftar olmak şeklinde bir anlayış almalıdır. Bu dönemden sonra biz dediğimizde Türkiye, Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, İran, Irak, Gana, Japonya, Malezya,... kısacası bütün dünyada hakkın yanında ve zulmün karşısında yer alan insanı insan yapan değerleri hayata hakim kılmaya çalışan herkes anlaşılmalıdır. Bu anlayışın karşısında ve hevaya tabi olan herkes Türk, Kürt, İngiliz, Fransız, Amerikalı,... hangi coğrafî tanımdan olursa olsun, kimliği ister Müslüman, ister Hıristiyan, ister Musevî, isterse ateist olsun vahye dayalı dinlerin özellikle de İslâmın hakim kılmaya çalıştığı insanlıktan uzak ve ötekiler şeklinde tanımlanmaması gerekmektedir. Dünyanın ve insanlığın gidişi bu yöndedir ve dünya genelinde diyalog arayışı içindeki sivil güçlerin ön planda tuttuğu ana değer insanlık olmalıdır. Bugün dünyaya anlatılacak İslâm da “hakiki insaniyet olan İslâmiyet” tanımı etrafında şekillenmiş olarak sunulmalıdır. Eğer bu yapılabilirse “Hakk’ın vaad ettiği günler” çok yakında doğacaktır.
Avrupa Birliği düşüncesinin arkasında başka planlar olsa bile bu kadar teveccüh ve duâdan sonra inşaallah esas hedefine ulaşacak ve insanlığın birlik ve beraberliğine hizmet edecektir. Herkesin bir planı muhakkak vardır. Ancak, asıl önemli olan kâinatı tanzim eden Zat-ı Zü’l-Celâl’in planının ne olduğudur.
|