Başlığa bakarak yargı aleyhine atıp tutacağımı sanmayın; çünkü böyle bir şeyin ne yargıya faydası var ne ülkeye. Ancak şu gerçeği çok iyi görmek gerekiyor.
Anayasası gereği hukuk devleti olmak zorunda olan Türkiye’de yargı, her geçen gün siyasetin içine çekiliyor. Siyasetin kendi aşınmasını halk, seçime gittiğinde düzeltebiliyor, ama hukuk öyle değil. Siyaset rüzgârları kâh oradan eser kâh buradan; ama hukuk her esen rüzgârla eğilen bir ağaç değildir. Adalete duyulan güven sarsılırsa, hukuk devleti kavramı yıpranırsa bunun bedeli çok ağır oluyor. Maalesef bugün Türkiye’de hukuk, eşine az rastlanır bir şekilde çetin bir sınavdan geçiyor. Siyasetle iç içe bir fotoğraf var ortada ve bu fotoğrafta en çok kaybeden, hukuk sistemi oluyor.
Aslında yeni bir süreç değil bu vahim durum. 90’lı yılların başında siyaset bazı itiraflarda bulundu. Kamera karşısında “Bu kadroları örgütüme değil de milliyetçilere mi verseydim?” diye konuşan bakanlar oldu. Binlerce insan siyasî tercih kullanılarak göreve getirildi. Oysa siyaset her şeye bulaşsa bile adalet mekanizmasına bulaşmamalıydı...
Olağanüstü dönemlerde kullanılan inisiyatif -maalesef- yargının siyasallaşması konusunda duyulan kuşkuyu artırdı. Mesela Fazilet Partisi’nin kapatılması davasında kamu vicdanını yaralayan olaylar yaşandı. Kanunsuz yollarla dinlenen Erbakan-Hatipoğlu konuşması mahkemeye delil olarak sunuldu. Kapatılması talep edilen parti üyelerinden “kan içici vampirler” diye bahsedildi. İddianameye imza atanlar daha sonra marjinal sayılabilecek partilerle ve onların yayın organlarıyla işbirliği yaptı. Tabii ki bu tür tutumlar kendini adalete vakfetmiş hukukçuları da yaralıyordu; ancak hâkimlerin, savcıların meslekî aşınmadan dolayı duydukları üzüntü, kamuoyuna yansımıyordu. Bu yüzden halk, yargı tabanındaki burukluğu göremiyordu; hâlâ da göremiyor. Oysa her şeyin geçici, adaletin kalıcı olduğunu düşünen adalet mensubu büyük bir yekûn teşkil ediyor. Buna rağmen üzücü hadiseler yaşandı ve maalesef yaşanmaya devam ediyor. Haziran 97’de gazete manşetlerine yansıyan “yargıya brifing” hukuk tarihimiz açısından telafisi mümkün olmayan bir hatadır. Bu ve buna benzer pek çok hadise hukuka duyulan güveni sarstı...
Son günlerde yaşanan her siyasi olayın yargıyla birlikte zikredilmesi, kabul edilebilir bir durum değil. Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında ortaya çıkan 367 krizinin en ağır bedelini yargı ödüyor. Toplumdaki algı budur. CHP konuyu ısrarla Anayasa Mahkemesi’ne çekerken, Deniz Baykal da mahkemeyi etkileyecek sert açıklamalar yapmayı ihmal etmedi. Basın, daha karar çıkmadan sonucun 9’a 2 olduğunu söyledi ve öyle de oldu. Bu sayının üyelerin siyasi kimliğiyle irtibatlı olduğu ifade edildi. Hazin bir tablo...
CHP başta olmak üzere bazı çevrelerin söylemlerinde yine yargı ön planda. İş o kadar sorumsuz bir noktaya getirildi ki “Tabii ki yargı, siyasi karar verecek” nevinden açıklama yapıp, devlet-hükümet ayrımını yapanlar; dolayısıyla halk iradesini hiçe sayıp cumhuriyeti bir bürokratik yönetim biçimine indirgeyenler oluyor. Siyaset cambazları ip üstünde yürürken adalet gibi herkesin muhtaç olduğu ve yıpratılması halinde topyekûn kayıpların yaşandığı yargı sistemini kullanmaya gayret ediyor. Yazık! Yargı, siyasî görüşlerin gövde gösterisine sahne olacak bir arena değil ki, onun mensuplarına gladyatör muamelesi yapılabilsin...
Mesele sadece siyaset-yargı merkezinde de sürmüyor. Mesela Anadolu Ajansı 25 Mayıs’ta Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2006 raporunu servis etti. Örgüt, yolsuzluk algısının Türkiye’de son 20 yılda yükselmeye başladığını vurguluyor ve “bunun yargı kurumuna kamuoyunda duyulan güvenin aşınmaya başladığının işareti olduğunu” ifade ediyor. Daha mürekkebi bile kurumamış raporda “hakim ve savcı dokunulmazlığının kötüye kullanılabildiği”, “bilirkişi raporlarının çoğu durumda yanlış, yanıltıcı ve sahte olduğu, Türk hakimlerinin bu raporları sorgulamadan kabul ettikleri” söyleniyorsa ortada çok ama çok üzücü bir durum var demektir. Yargı, kendini yıpratan bu korkunç süreçten bir an önce çıkmak, gerçek yargı bağımsızlığını ortaya koymak zorundadır. Kamuoyundaki negatif algı bile yangının ne denli büyük olduğunu gösteriyor. Bu durum, hiç kimseye, hatta rakibini dövmek için yargıyı kullananlara da yaramayacak bir gelişmedir.
Zaman, 29.5.2007
|