Laiklik tartışılamaz! Bal gibi tartışılır. Laikliği tartışma konusu yaptırmayız!
Siz kim oluyorsunuz da, demokrasileri demokrasi yapan tartışma hakkını yok sayabiliyorsunuz? Bir rejimin adı eğer demokrasi ise en başta ifade özgürlüğüne saygı gerekir.
Laikliği tartışmak, rejimi tartışmaktır!
İlle de öyle değildir. Bazı konuları kutsallaştırıp tartışma alanı dışına çekmek ancak totaliter, despot rejimlere özgüdür.
Özetle:
Bizde laikliğin tartışılması gereken birçok yanı var.
Çünkü laiklik öylesine tarif edilmiş ki, din ve inançlarda özel alanın daralmasına yol açılmıştır...
Laikliğin uygulaması öyle olmuş ki, devletin din üzerine düşen gölgesi ve denetimi hiç eksik olmamıştır...
Bizde devletle din ilişkileri,—Diyanet İşleri Başkanlığı örneğinde olduğu gibi—laiklik ilkesini bazı bakımlardan zorlamış, hatta çiğnemiştir...
Mesela, laikliğin bir gereği olarak devletin bütün din ve inançlara eşit mesafede olduğunu söyleyebilir misiniz Türkiye’de?.
Bir başka tartışma konusu:
Kamu alanı ve türban.
Örneğin Çankaya Köşkü kamu alanı mıdır, türbanlıya kapalı olan? Cumhurbaşkanı Sezer uygulaması böyle ama yanlış...
Tartışamayacak mıyız?
Örneğin ben üniversitelerdeki türban yasağına karşıyım. Bundan dolayı şimdi ben irtica taraftarı mıyım? Devletin din kurallarına göre yönetilmesini mi istiyorum?
Geçelim.
Örneğin, Danıştay Başkanı Çörtoğlu, “Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı her türlü hareket irticadır” diyor.
Doğru mu?
Bu da yanlış.
Böyle bir irtica tarifi olamaz. Böyle bir irtica tanımı adı demokrasi olan bir rejimde yoktur. Atatürkçülüğü eğer böyle tarif etmeye kalkarsanız, demokrasiyi rafa kaldırmış olursunuz.
Murat Belge, böyle bir Atatürkçülük anlayışını Radikal’deki köşesinde(12 Mayıs) sosyalizm ve liberalizm örneklerini vererek eleştiriyordu.
İkisinin de Atatürkçülükle herhangi bir ilişkisi olmadığını, ama sosyalist ve liberal olmanın da herhalde irtica sayılamayacağını, demokrasilerde yasaklanamayacağını söylüyordu.
Demek ki, tartışılacak konularımız arasına eğer demokrasi diyorsak Atatürkçülük de konmalıdır.
Yani laiklik gibi irtica tarifi üzerinde yüzde yüz mutabakat sağlamak da uzak ihtimal. Ama bu çerçevede bir noktanın belirtilmesi lazım.
“Ben dinimi yalnız özel alanda değil, kamu alanında da yaşamak istiyorum” diyenleri ne yapacaksınız?
Hapse mi atacaksınız?
Devlet işlerinin dini esaslara göre yürütülmesini isteyen, yani laikliği reddedenlerin -irtica taraftarı olanların- demokrasilerde söz hakkı olmayacak mı?
Olacak, zaten var.
Laikliğe hayır diyenler de ifade özgürlüğünden yararlanır. Demokrasi kendine karşıt olan görüşleri de, -hiç kuşkusuz şiddete, ırkçılığa, hakarete uzak durmaları şartıyla- izin veren bir rejimin adıdır. Bu özgüvenidir, demokrasileri güçlü kılan...
Bu ülkede demokrasinin taşlarını yerli yerine oturtabilmek için tartışılması gereken o kadar çok şey var ki.
Örneğin, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi...
Ben de taraftar değilim.
Fakat CHP lideri Baykal’ın ya da YÖK Başkanı Prof. Teziç’in bu yola karşı çıkarken öne sürdükleri görüşlere de kesinlikle katılmıyorum.
Baykal’a göre, cumhurbaşkanı halk tarafından seçilirse, “Türkiye bölünür”... Prof. Teziç’e göre böyle bir seçim, “Devlet iktidarının siyasi çoğunluk tarafından ele geçirilmesi” anlamına gelecek...
Bu görüşleri demokrasiyle bağdaştırmak çok güç. Bu görüşlerin arka planında sanki 27 Mayısçı özlemler yatıyor.
Bir başka deyişle:
‘Asker-sivil bürokrasi’nin ya da 1960’ların moda deyişiyle ‘asker-sivil aydın zümre’nin millet egemenliğinden çekinen, bu nedenle ‘vesayet rejimi’ni sürdürmeyi amaçlayan, bunun için de Çankaya’yı kendi tekelinde tutmak isteyen anlayış yatar, Baykal’la Teziç’in çıkışlarının altında...
Olabilir.
Ama olmayacak olan, tartışma alanlarını daraltmak, bazı konuları tartışma alanı dışına çıkarmaya kalkışmaktır. İşte asıl o zaman korkulan başa gelir. Bölücülük asıl o zaman başlar.
Örneğin Türkiye’de asıl 27 Nisan Muhtırası olmuştur, son zamanların en büyük bölücü adımı...
Kısacası:
Demokrasilerde kimsenin yorum tekeli olamaz. Her şey tartışılabilir, eleştirilebilir.
Bazı şeyleri kutsallaştırıp tartışma alanı dışına çıkarmak demokrasilerin işi değildir. Bu ancak totaliter, despot rejimlerde vardır. (*)
Bu yasakçılığı bugün hâlâ savunmak ise Türkiye’yi cephelere ayıracak gerçek bölücülüğün ta kendisidir.
—————————————
* Bu konuda değerli tarihçi Prof. Dr. M. Şükrü Hanioğlu’nun yazısı, Zaman, 18 Mayıs 07, s. 26.
Milliyet, 23.5.2007
|