Tandoğan, Çağlayan, İzmir, Çanakkale, Manisa ve en son Samsun’da yapılan mitingler üzerine tartışma ve yorumlar devam ediyor.
Nokta dergisinin ifşa ettiği 2003-2004 yıllarında iki darbe teşebbüsünde başarısız olan cunta zümresi, tesirleri altındaki birtakım dernek, siyasi parti, sendika ve basının desteğiyle cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde 14 Nisan’da Tandoğan mitingiyle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kriz ve başarabilirlerse darbe organize etmeye yöneldiler.
Bu tertip, öyle birkaç günde karar verilen veya sadece Tayyip Erdoğan veya Abdullah Gül cumhurbaşkanı olmasın ile sınırlı kalmayan bir psikolojik ve özel harp operasyonu olarak tarihteki yerini almıştır. Bu süreci Şemdinli olayları, Trabzon’daki Rahip Santoro cinayeti, Danıştay baskını, Hrant Dink’in katledilmesi, Malatya’daki misyoner yayıncılara yönelik katliam ve YÖK Başkanı’na suikast teşebbüsünden ayrı mütalaa etmek mümkün değildir.
Türkiye gerçekten sivil, demokratik bir hukuk devleti olduğunda bu sürecin sorgulanması ve tertipçilerin yargılanmasıyla bu işlerin mahiyetini öğrenebileceğiz. Hoş gerçi, Türkiye bu vasıfları kazanmasa da, bir süre sonra şimdi aynı tezgahın içinde olanların birbirine düştüğünü yahut övünmek için neler yaptıklarını anlattıklarını veyahut da samimi olarak pişman olanların itiraflarını göreceğiz. Tıpkı 27 Mayıs darbesi öncesinde, öğrencileri kışkırtan, yalan haberler yayınları bugün gördüğümüz gibi. Hal böyleyken ve bu mitinglerde kendi hayat tarzları dışındaki hayat tarzlarını horlayan, aşağılayan ve bu hayat tarzındaki kişilerin vatandaşlık haklarını tartışmaya açan kalabalıkların güzellemesini yapanlara ne demeli?
Elbette bu mitinglere katılanların tamamı, bu istikamette bir tavır sahibi olmayabilirler. Elbette mitinge katılmayan, karşı olan ve hatta mitingde hedef alınanlar, mitinge katılanları anlamaya çalışmalıdır. Fakat bunun bir ölçüsü olur. Başörtülü bir hanım, “Türbanlı birini Çankaya’da istemiyoruz!” diye bağıran bir başka hanımı nasıl anlayabilir? Bu zenciler bu dükkana giremez, bu kiliseye giremez, bu okulda okuyamaz, bu lokantada yemek yiyemez diyenleri anlamaya benziyor. Tabii ki, bir ırkçıyı, bir naziyi, bir faşisti de anlamaya çalışmalıyız ama onu meşru gördüğümüz için değil. Onu ikna ederek değiştirmek için. Bu mitinglerde türbanlılara karşı açıkça ayrımcı, dışlayıcı ve ırkçı bir yaklaşım söz konusudur. Bu bakımdan, mitinge katılanlar yaptıkları işten memnun olmamalı, rahatsız olmalıdırlar. Bu ülkede sevmediğiniz insanlar veya hayat tarzları olabilir ama bu sizin onlara hakaret etmenizi, haklarının kısıtlanmasını istemenizi meşrulaştır(a)maz. Bunu milyonlarca kişi olsanız da, ellerinizde bayrak, arkanızda tanklar olsa da sivil, özgürlükçü ve demokrat insanlara kabul ettiremezsiniz.
Sosyolog, siyasetçi ve gazeteci herkesin bu tavrı, sorgulamadan mitinge katılanları rahatlatacak açıklamalara girişmesi onları mahcup etmek dışında bir anlam taşımaz. Bir şeyleri anlaması gereken, mesajı alması gereken, mitingi doğru okuması gereken sadece AK Partililer değil. Özellikle, bu mitinglere katılanların empati, hoşgörü ve özgürlük nosyonlarında ciddi eksiklikler var. Dışarıda küreselleşmeye, liberalleşmeye, AB’ye ve ABD’ye, içeride kendilerinden başka herkese reaksiyon duyan bu kitle, Türkiye eğitim müfredatının ve siyasi kültürünün bir ürünüdür. Dolayısıyla dışarıda suçlayacağımız bir günah keçisi aramayalım. AB istikametindeki reformların devam etmesi ve buradan çıkacak demokratik ve sivil ruhun toplumsallaşması gerekiyor. Bu sürece direnen sivil- asker bürokrasi ve resmi ideoloji değişmedikçe, reformların, topluma ve mitinglerdeki kitlelere intikali çok zordur. Türkiye’nin yumuşak gücünü teşkil eden özde sivil toplum, artık harekete geçmelidir.
Bugün, 23.5.2007
|