Durum tespitini doğru yerde yapmak, sorunu da doğru yerde aramak gerek…
Kentli kesimlerin, “laikliğe yeni işlevler bahşeden ulusalcı dalga”nın etkiyle yaşadığı bunalımı dikkate almazsak, ülkede yaşanan kriz toplumsal nitelikli değildir.
Elbet bu toplum kabaca biri batılılaşmış diğeri geleneksel iki büyük kültürel kutba bölünmüştür, bunlar arasındaki ilişki ve çatışmalar her zaman önemli, tayin edici olmuştur. Elbet temel siyasi sorunlar ve mücadeleler bu doğal gerginliğin ürettiği zeminden beslenirler.
Ancak şu günlerde mesele, bu zeminin kendiliğinden hareket geçmesi ve yukarıda, yani siyaset ve devlet katında sarsıntı yaratması değildir.
Tersine bu zemin saray kavgalarıyla harekete geçirilmeye çalışılmaktadır.
Bu açık bir saray kavgası, yani “devlet krizi”dir…
Devlet krizi, tetikleyeni itibariyle orduya gönderme yapmakta, özetle “askeri kriz” ve “askerin krizi” iki yönüyle karşımıza çıkmaktadır.
Ordu siyasi sistem içindeki rolünü korumak, askeri vesayet düzeninin temel araçlarını savunmak için bir muhtırayla siyasete müdahale etmiştir. Ve verdiği muhtıra darbe tehdidi taşımaktadır…
İşin askeri kriz yönü budur, sorun bu noktada Türk demokrasisinin sınırlarıyla ilgilidir…
Askerin krizi ise, dört yıldır ordunun maruz kaldığı değişim baskısı altında kendi içinde yaşadığı bölünme, kırılmalar ve arayışlarla ilgilidir. Savunma konsepti, ittifak sistemi, ordunun yeni siyasal rolü gibi eksenlerde yaşanan bu gelişmeler, bugün bir muhtırayla sonuçlanmıştır ya da muhtıra sürecini hızlandırmış, irrasyonel hale getirmiştir.
Ve Türk demokrasisine büyük fatura çıkarmıştır.
Gerisi lafı güzaftır…
Özet: Gayretler manasızdır. Kriz, toplumsal alandan, toplumsal talepler ve değişimden unsurlarla doğrulanabilecek yapıda değildir…
Yeni Şafak, 22.5.2007
|