Türkiye’nin bir kesiminin gerçekleştirdiği dördüncü büyük miting Samsun’da yaşandı; basına yansıyan haberlere göre Samsun mitingi, Ankara, İstanbul ve İzmir’den sonra son miting idi.
Türkiye’de ve dünyada aklı başında kimse bu mitinglerin arkasındaki toplumsal gücü küçümsemiyor, ciddiye alıyor.
Ancak, küçümsememek, ciddiye almak başka konu, bu mitinglerin ortak ideolojik çizgisini eleştirmek, bu çizginin 21. yüzyılın başında Türkiye’de iktidar şansı bulursa, Türkiye’yi nereye götüreceğinden endişe duymak başka konu.
Bu tür endişeler hissetmek de kanımca her Türkiye Cumhuriyeti yurtaşının en doğal yurttaşlık hakkı.
Meseleye bu açıdan yaklaştığınızda da kimsenin, buna Sayın Genelkurmay Başkanımız da dahil, bu mitinge katılanları Türkiye sevdalısı, bu mitinglerin genel ideolojik çizgisini eleştirenleri de ‘doğru yoldan sapanlar’ olarak nitelemeye hakkı olmadığını düşünüyorum.
Daha da genel olmak üzere, çağdaş, gelişmiş bir Türkiye’de kimsenin ‘doğru yolun’ tekelini elinde bulundurmak gibi bir sanısının olmaması gerekiyor.
Her düşünce, anayasal, hukuksal, evrensel hukuka uygun olduğu sürece eşit ölçüde saygındır, değerlidir; miting çizgilerini eleştirenler hukuksal limitler içinde kaldığı sürece kimsenin baş öğretmen edası ile bu eleştirilere ‘doğru yolu’ göstermek gibi bir misyonu olmamalı.
Tabi, tüm bu çizgim, şayet daha çağdaş bir Türkiye özleminiz var ise anlamlı.
***
Dört görkemli mitingin de ortak sayılabilecek özellikleri mevcut; bu özellikleri en genelinde siyasi ve ekonomik özlemler diye ikiye ayırabilmek mümkün.
Aslında mitinglerin ortak çizgisinde söz konusu siyasi ve ekonomik özlemler, dilekler, talepler kaçınılmaz olarak iç içe girmiş durumda ama ben bu küçük yazıda meseleye daha ağırlıklı olarak ekonomik açıdan yaklaşmak istiyorum.
Mitinglerin özlem olarak dile getirdiği ekonomik beklentiler de bir ölçüde yeni oluşan CHP-DSP seçim ittifakının taleplerini de yansıtmıyor değil.
Mitinglerin ekonomik özlemler çizgisi derken doğal olarak kürsüde yapılan konuşmalara ve açılan pankartlara gönderme yapabiliyorum; büyük kalabalıkların içlerinden tam ne geçiyor, bunu kestirebilmek olanaklı değil.
Herkesin dikkat ettiği ilk önemli husus mitinglere damgasını vuran ‘ne AB, ne ABD’ sloganları; kürsüde konuşanlar da bu çizgiyi fazlasıyla ön plana çıkartmış bulunuyorlar.
‘Ne AB, ne ABD’ sloganı doğal olarak hepimize, bu çizgiye katılın ya da katılmayın, daha içe kapalı bir Türkiye’yi özlemini çağrıştırıyor.
Söz konusu içe kapanmanın da doğal olarak hem siyasal, hem de ekonomik sonuçları, veçheleri mevcut.
Sözün özü
Bu içe kapanma arzusunun kurumsal görüntüsü, IMF eksenli istikrar politikasından ve bu istikrar politikasının getirdiği bir dizi kurum ve düzenlemeden vazgeçmek anlamına da kaçınılmaz olarak geliyor.
Bu çizgi aynı zamanda Sarkozy ile aynı çizgiye gelme yani Türkiye’nin AB sürecini dondurma çabası anlamına da geliyor.
Yurttaşlarımızın bir bölümünün bu tür talepleri dile getirmeleri en doğal demokratik yurrtaş hakları.
Ama, bizim de en doğal yurttaş hakkımız, bu çizgiye Türkiye iktidar şansı tanırsa, sonuçlarının ne olabileceği konusundaki görüşlerimizi toplumla paylaşmak.
Star, 22.5.2007
|