İnsan dünyadaki en yüksek bir makama veya kariyere ulaşsa bile, bu durum onun nihaî ve ideal bir konuma ulaşmış olduğunu göstermez. Zira insan en yüksek bir düzeyde görev yapsa bile neticede bir “kul” olduğu gerçeğini değiştirmez. Yani dünyanın itibar ettiği bir bilim adamı olduğunuzu varsayınız. Eğer bunu insanlara bir hizmet aracı olarak görmeyip, bir gurur kibir vesilesi olarak telâkki ederseniz, bulunduğunuz o makama tapınmış olursunuz. Ya da bu pozisyonunuzu, kendinize tapınılması gereken bir halet olarak görebilirsiniz.
Şimdiye kadar gelmiş geçmiş bütün Nemrutlar, Firavunlar, Şeddatlar hep bulundukları konumları bir tapınma ve zulüm vasıtası olarak görmüşler. Makamlarını kötüye kullanarak insanlara işkence çektirmişlerdir. Yine Karun gibi zenginler, zenginliklerinin kendi gücü ve kuvvetiyle elde edilen bir değer olduğuna kanaat getirmişler ve zenginliklerinin asla sona ermeyeceğini düşünmüşlerdir. Oysa makam ve mevki sahibi olmanın şükrü o makam ve mevkiin sorumluluğunu yerine getirmek ve bunları insanlara hizmet amacıyla istimal etmektir.
Para ve servetlerine tapınanlara hitaben “Sizin taptıklarınız benim ayaklarımın altındadır” diyen büyük veli Muhyiddin-i Arabi, bu sözünden ötürü katledilmiş, ancak bu sözü söylediği yer kazındığında büyük bir hazine çıkmış ve bu olay, o sözünün ne anlama geldiğini şerh etmiştir.
Bugün dünyada gücü ve iktidarı elinde bulunduranların psikolojilerini bir inceleyin. Bulunduğu makamı ebedî olarak uhdesinde tutacaklarını ve asla başkasıyla paylaşamayacağını hissedenleri bir inceleyin. Bu tür insanlar kendilerini “He-man” gibi Allah’a şirk koşacak derecede “ilah” varsayan zavallılardır. Oysa insan gözle görünmeyen mikroba mağlûp olabilmekte; küllî ve yüksek bir irade sahibine bağlanmadığı takdirde, acizliği ve fakirliğine, hangi düzeyde ve makamda olursa olsun, nihayet olmamaktadır.
Güce ve iktidara tapanlar, başkalarının felâketinde kendi mutluluklarını ararlar. Kendilerinin güç ve iktidara sahip olmaları için her yol meşrûdur düşüncesini taşırlar. Bunlar kendilerini halktan soyutlayarak, halkı sürü olarak telâkki ederler. Onların ne düşündükleri hiç önemli değildir; zira onların yerine kendileri oldukça fazla düşünmektedirler. Halk da onların düşüncelerini onaylamak zorundadır. Halktan beslenirler; ama halkı hor görürler. Çünkü güç halkta değil kendilerindedir. Onlar bu güçlerini istediği gibi kullanma yetkisine sahiptirler. Bu zan insanı felâkete sürükleyen çok korkunç uygulamaları beraberinde getirir. İnsanlara zulmedilir, hakları gasp edilir, haksız yere tutuklanır ve tecziye edilir.
Para, servet, makam, mevki, kariyer gibi değerler elbette iyi şeylerdir; ama insanlara faydalı yönde kullanıldığı sürece. Allah insanları bunlarla da imtihan eder ve bunları insanların iyiliği için kullanmayı öngörür. Nitekim Peygamberimiz (a.s.m.), “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır” buyurarak bu noktaya dikkatimizi çeker. İlginçtir, hem çok ilginçtir ki, Yüce Peygamberimiz “Müslümanlara faydalı olandır” demiyor; “insanlara faydalı olandır” diyor. Bu da yüce dinimizin evrensel olarak bütün insanlığı kucakladığını ve bütün insanların mutluluğu için çaba sarf edilmesi gerektiği görüşünü savunduğunu ispatlıyor.
İnsan Allah’a kul olmaktan uzak durunca onun yerine satanist oluyor; şeytana tapıyor veya kendisinde bulunan tapınma ihtiyacını geçici makam, servet, güç ve iktidar gibi olgulara tapınarak gidermeye çalışıyor. Bu da o insan için aslında en büyük bir felâkettir.
|