Risâle-i Nur ekolü, hizmet anlayışında şiddet ve çatışma yerine, demokrasi ve müsbet hareketi ikame etmiştir. Müslümanların içine düştüğü sıkıntılardan kurtulabilmeleri için en çok hürriyet, meşrûtiyet ve demokrasi kavramlarına vurguda bulunmuştur. Cemaat-devlet ilişkisinde Risâle-i Nur ekolünün temelleri iki ana çizgiyle belirlenir. Bunlar; iktidara talip olmama, şiddet ve çatışmayı reddetmedir. Nur ekolünün bu özelliği, orijinaldir.
5- İSLÂM DÜNYASINDA DÜŞÜNCE
HAREKETLERİ VE HİZMET METODLARI
Genel bakış
İslâmî düşünce hareketlerinin zemininde onlara kaynaklık eden, temelde dört akımı görüyoruz. Bunlar;
1. Mısır, Afrika ve Araplarda taraftar bulan “Müslüman Kardeşler” cemaati; hedeflerine hukuk yoluyla ulaşmaya çalışmaktadırlar.
2. Hind Yarımadasından Uzakdoğu'ya kadar olan bölgede ses getiren “Cemaat-i İslâmî” hareketi; hedeflerine hukuk yoluyla ulaşmayı amaçladıkları halde, zaman zaman şiddet ve çatışmaya girmekten kaçınmamaktadırlar.
3. İran ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde “Mezheb”e ve “Tarikat”a bağlı olarak gelişen hareketler; illegal yollardan çatışmayı ve hedeflerine ulaşmayı tercih etmektedirler.
4. “Risâle-i Nur” ekolü; siyaset yolu ile iktidarı ele geçirme gibi bir amaçları kesinlikle bulunmamaktadır. Siyasetten ve çatışmadan şiddetle kaçınmaktadırlar. Müsbet hareket yolunu tercih ederek toplumun fertlerini tek tek aydınlatmayı amaçlamaktadırlar.
Bu dört eğilimin en temel dayanağı ve birleştiği nokta da, İttihad-ı İslâm düşüncesidir. Gayeleri, iman hakikatlerinin inkişafı ve idrak edilmesidir.
İslâmî hizmetlerde kuvvet kullanımında ise iki yaklaşım vardır:
1- Amaca ulaşmak için her türlü şiddete cevaz veren, yukarıdan aşağıya nüfuz etmeyi hedef edinen ihtilâlci yaklaşım. Tepeden inmeci ve kestirme bir yol izleyerek kolaycılığa kaçtıklarından, İslâmî esaslara uymadıklarından, hem Müslümanlara, hem de başkalarına zarar verdiklerinden pek de tasvip edilmeyen ve çabuk çökmeye mahkûm olan bir yaklaşımdır.
2- Peygamberî yaklaşım. Ferdi esas alıp, ferdin donatılmasına hizmet ettiklerinden ve büyük zulümleri doğuran kuvvetten ve siyasetten kaçındıklarından daha etkin, kalıcı ve kabul gören bir yaklaşımdır.
Düşünce hareketlerinin temel
amaçları ve hizmet metotları:
1. İhvan-ı Müslimin
(Müslüman Kardeşler) hareketi:
1926 yılında Hasan el-Benna tarafından kurulan İhvan-ı Müslimin Cemaati, aslında siyasî bir teşkilâttır. Tümden İslâmî geleneklerin yok edildiği bir dönemde İslâm Birliğini diriltme misyonu ile ortaya çıkmıştır. İhvan-ı Müsliminin fikrî öncülerinden biri Muhammed Abduh’dur. Halkı hesaba katmadan bir yere varılamayacağının bilincinde olan Müslüman Kardeşler hareketi, çıkış döneminde diğer birçok harekette görüldüğünün aksine halkı kucaklayan bir tavrı kendisine şiar edinmiştir.
İhvan’ın liderlerinden El-Benna sınırsız bir kuvvet kullanımına taraftar olmamakla birlikte, kuvvetin belirli şartlarda kullanılabileceğini savunur. Ona göre gaye ne kadar meşrû olursa olsun, sınırsız kuvvet kullanımı dinî açıdan hiçbir zaman tecviz edilemezdi.
2. Cemaat-i İslâmî hareketi:
20. yüzyılda Hind Yarımadasındaki önemli çağdaş İslâm düşüncesi hareketlerinden birisi de Mevdudî’nin kurduğu Cemaat-ı İslâmî’sidir.
Cemaat-i İslâmî hareketinin kültürel öncelikli ve geleneğe bağlı bir çıkış noktası olmasına rağmen, gerçekleştirdiği faaliyetlerinin sonunun gelmemesi ve belirsizliğini koruması, hareketin akim kalması sonucunu doğurmuştur.
3. Mezheb ve tarikat hareketleri :
Mezhebler: Peygamberimiz’in (asm) ve ashabının dönemlerinde içtihada gerek görülmediği gibi, mezheplere de ihtiyaç duyulmamıştır. Zamanla İslâm devletinin sınırlarının genişlemesi, ashabın azalması ve yeni yeni meselelerin ortaya çıkması farklı görüşleri de beraberinde getirmiştir. Ümmeti dinin kaynağında birleştirip vahdeti sağlamak için Peygamberimizin (asm) hadislerini toplamak, tasnif ve tahlil etmek, birbirleri ve Kur’ân ile karşılaştırmak sureti ile hüküm çıkarma çalışmalarına girişilmiştir. Mezheplerin aralarındaki görüş ayrılıkları, teferruata ait meselelerde olmaktadır. Dinin zarurî hükümlerinde ve tevili mümkün olmayan muhkematında bütün hak mezhepler ittifak halindedirler..
Mezhepler, amelî ve itikadî olmak üzere iki ayrı alanda oluşmuştur. Bunlardan Peygamber'in (asm) sünnetine uyan ve ashabını takip edenlere Ehl-i Sünnet mezhepler, bu yoldan sapanlara da Bid’a mezhepler denilmiştir.
Amelî mezheplerde Ehl-i Sünnet olan dört büyük mezhep; Hanefî, Şafiî, Hanbelî ve Malikî’dir. İtikadî hak mezhepler ise; Selefîlik, Maturîdilik ve Eş’arîlik’tir.
Bid’a mezhepler: Yorumlarını daha ziyade kendi görüş ve fikirlerine dayandıran, bazı sahabeleri sevgide aşırıya kaçan, bazılarına karşı da nefret duyan mezheplerdir. Ancak sünnete tam uygun olmadıklarından mensupları Ehl-i Bid’a olarak tanımlanmaktadırlar. Bu mezhepler her ne kadar Ehl-i Sünnet dışında olsalar da, her biri bir hakka ve hakikate dayandığı için bütün bütün dışlanamazlar.
Tarikatlar: İslâmî görüşlerin hâkim olduğu ve yaşandığı zamanlarda hizmet etmişler, kalbi işlettirmek suretiyle Allah’a ulaşmayı hedeflemişlerdir. Gayeleri, Peygamberimiz’in (asm) Sünnet-i Seniyyesi dairesinde ve Mi’rac’ının gölgesinde kalp yoluyla, ruhânî bir seyahat neticesinde imânî ve Kur’ânî hakikatlere sahip olmak ve şirin, nurânî, neşeli, ruhânî, kutsî hakikatleri yaşamaktır. En mühim esasları, dünyayı sevmeyerek ihlâs ve muhabbetle hizmet etmektir. Zamanla tarikatlarda da bid’a ehli olanlar olmuştur.
4. Risâle-i Nur ekolü:
Risâle-i Nur ekolü, hizmet anlayışında şiddet ve çatışma yerine, demokrasi ve müsbet hareketi ikame etmiştir. Müslümanların içine düştüğü sıkıntılardan kurtulabilmeleri için en çok hürriyet, meşrûtiyet ve demokrasi kavramlarına vurguda bulunmuştur. Cemaat-devlet ilişkisinde Risâle-i Nur ekolünün temelleri iki ana çizgiyle belirlenir. Bunlar; iktidara talip olmama, şiddet ve çatışmayı reddetmedir. Nur ekolünün bu özelliği, orijinaldir.
Ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik ifsada başladığından siyasal, toplumsal ve dinî bakımdan büyük bir tahribat vardır. Bu tahribata karşı durabilmek için iki yol vardır: Birincisi; siyaset yoluyla tamire çalışmak, ikincisi de; mânevî cihad tarzında iman hakikatlerini neşretmek. Bu tamiratın büyük bir kısmı, mânevî cihad yolunu seçen Risâle-i Nur ekolüne düşmektedir.
Birinci yol tamirden çok tahribe sebep olabilir, dinin siyasete alet edilmesi söz konusu olabileceğinden, eldeki elmas değerindeki hakikatler, insanların nazarında cam parçalarına dönüşebilir. Ayrıca dine, bütün siyasal oluşumların ihtiyacı vardır. Din bir partiye veya bir zümreye münhasır kılınırsa, o parti veya zümrenin muhalifleri dine de muhalefet etmeye başlayabilir. Bu bakımdan siyaset yoluyla dine hizmet yarardan çok zarar getirir. Bediüzzaman, Hz. Hasan’ın (r.a.) cepheleşmelere ve çatışmalara zemin hazırlamamak için hilafetten feragat ettiği gibi, siyasetten feragat etmiştir. Çatışma yerine müspet hareket ya da Hasanî tavır sergilemiştir. İkinci yol olan iman hakikatlerini neşretme vazifesini üstlenmiştir. Bunu da “cihad-ı mânevî” tarzında yapmıştır.
Bediüzzaman, genel olarak tevhid, nübüvvet, haşir ve adalet konularının ispatı yönünde gayret sarf etmiştir. Muhatapları; yakın planda avam tabakası, uzak planda materyalist ve ateist filozoflardır. Temel amacı, gelenekten koparak materyalist düşüncenin etkisi altına giren ve sadece gördüklerine inanır duruma düşen insanları, yani avamın imanını kurtarmaktır.
Bediüzzaman, Risâle-i Nur akımının Kur’anî ve Peygamberî, diğerlerinin ise; temelde Kur’ânî olmakla birlikte, özünden farklılaşmış bir akım olduğunu ifade eder. İhvan-ı Müslimin her ne kadar tedricîliği esas alıp, iman, hayat, şeriat ve ittihad hiyerarşisine riayet etse dahi, kullanılan yöntem noktasında Bediüzzaman gibi dakik davranamamış ve burada hiyerarşiyi bozmuştur. Dolayısıyla İhvan hareketinde iltibas vaki olmuş ve cemaat içinden bir takım ifrat ve tefrit akımları zuhur etmiştir.
6- SONUÇ VE DEĞERLENDİRME :
İnsanlık tarihi şahittir ki, Müslümanlar ne zaman dinlerine sıkı sıkıya sarılmışlar ve “İslâma lâyık doğruluğu ve doğru İslâmiyeti” yaşamışlarsa, o zaman bütün insanlığa üstad ve rehber olmuşlardır. Ne zaman İslâmdan uzaklaşmış, İslâmın özünü teşkil eden eğitim, hoşgörü, birlik, yardımlaşma, dayanışma, hak ve hürriyetlerin serbestliği, güven, v.s. gibi güzel ahlâk ve hasletleri terk etmişlerse bağnazlığa, cehalete, ihtilâfa ve zarurete düşmüşler, geri kalmışlar ve parçalanmışlardır. İslâm dünyasının içinde bulunduğu geri kalmışlıktan kurtulmanın yolu yine “doğru İslâmiyet”ten ve mevcut zengin maden kaynaklarını teknoloji yardımıyla işletmekten geçmektedir.
İslâmın özünde var olan ferdî ve sosyal hayat tarzına ilişkin düsturlar ve eğitim, birlik, dayanışma, yardımlaşma gibi sahip olduğumuz mânevî değerler ile mutluluğun zirvesine ulaşacak, yeryüzünde genel huzur ve barış temin edilecektir. Yetmiş milyonu aşkın genç, dinamik ve inançlı bir nüfusa sahip Türkiye’nin AB’ye katılımı, İslâm dünyası ile Batı dünyasıyla arasında bir köprü vazifesi görecek ve İslâm dünyasının terakkisine, hatta daha da ileri gitmesine vesile olacaktır.
KAYNAKÇA:
Nursî, Bediüzzaman Said, Sünûhat
Nursî, Bediüzzaman Said, İçtimai reçeteler-ı
Nursî, Bediüzzaman Said, Tulûat
Köprü dergisi
Büyük Larousse
Nursî, Bediüzzaman Said, Divan-ı Harb-i Örfi
Nursî, Bediüzzaman Said, Emirdağ Lâhikası -2
Nursî, Bediüzzaman Said, Kastamonu Lâhikası
http://ekutup.dpt.gov.tr/kuresell/oik444.pdf
http://www.cankaya.gov.tr/tr-html/Konusmalar/24.11.2005-446.html
http:// www.finansalforum.com
|