İlk ifadelerinde “Bunu vatan için yaptık” demişler; acaba kast ettikleri hangi vatan? Akılları yerindeyse, Malatya’da üç kişiyi boğazlayarak öldüren cânilerin, bir ‘vatana’ yapılabilecek en büyük kötülüğü ettiklerini anlamaları gerekirdi.
Olayın ‘din’ motifi eylemi makbul kılmıyor, tam tersine daha da menfur hale getiriyor. İster yabancı uyruklu ister Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olsun, farklı bir dine inanan insanların öldürülebileceği nereden çıkıyor? Dinine önem veren insanlar başka dinden insanların boğazlarını kesmez, onlarla ülke refahı ve dünya barışı için dayanışma içerisine girerler…
Peki ya ‘boğazlamak’ nereden çıktı? Hayvanların öldürülmesi sırasında bile haddini aşmamayı ölçü olarak koyan bir inanç sistemi, İslâm’da olduğu gibi, ‘insanın canını almayı’ en lânetlenecek eylem olarak görecektir elbette. Dünyanın ancak şimdilerde yakaladığı evrensel ölçü İslâm tarafından 1400 yıl önce belirlenmiştir: “Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir…”
Aklı başında, inanç sahibi bir insanın aklından bile geçiremeyeceği vahşeti eyleme dönüştürenler kimler tarafından yönlendirilmiş, vicdanların asla kabul etmeyeceği türden bir yöntem akıllarına nasıl sokulmuş, ne tür güdülerle avları üzerine salınmışlardır? Bir de utanmadan ‘vatan için’ gerekçesi ardına sığınıyorlar…
Trabzon’da Rahip Santori öldürüldü… Ardından Danıştay’a baskın düzenlendi… Hrant Dink’in güpegündüz suikasta uğraması “Bu son olsun” dileklerini gündeme getirdi… Şimdi de Malatya ve Hıristiyan oldukları anlaşılan üç kişinin boğazlanması… Bu eylemlerin hepsi de ortak özellikler taşıyorlar…
O özellikleri görmek için eylem-ertesi çıkan gazetelerin manşetlerine bakmak yeterli: Dört eylemin dördünden sonra da aynı çevreler suçlandı. Oysa yukarıda sayılan eylemlerin dördü de en fazla o suçlanan çevrelerin şiddetle karşı çıktığı, her şey olup bittikten sonra yine en çok onları olağanüstü olumsuz etkileyen eylemlerdir.
Bütün bunlar önemsiz ayrıntılar; önemli olan tek nokta bundan sonra ne olacağıdır. Bütün olaylarda kâtiller namluları tüterken, bıçakları elinde yakalanıyorlar. Rahip Santori’nin kâtili de, Danıştay saldırısını düzenleyen avukat da, Hrant’ı öldüren ile azmettiricileri de yakalandılar; tıpkı Malatyalı kâtillerin de olay yerinde ele geçirilmeleri gibi… Sonrasını da biliyoruz: Trabzon merkezli eylemlerde gençleri motive edenler üzerinde fazla durulmadı… Danıştay baskınını gerçekleştiren ve Cumhuriyet gazetesini bombalayan çetenin bir sonraki irtibatları üzerine gidilmedi… Hrant Dink’i öldürenlerin ipliği pazara çıktı, ama kuklacıları görmezden geliniyor…
Yaza yaza kalemimizde mürekkep kalmadı: Türkiye, aslında istikrarını bozma amaçlı bir büyük saldırının muhatabıdır ve bütün eylemleri birbirine bağlayan uçlara ulaşılamadıkça kimsenin huzur içinde hayatını sürdürmesi mümkün değildir. Ülkeyi yaşanılır hale getirmenin yolu ise, hiç kuşkunuz olmasın, eylemlerin üzerine gitmekten geçiyor. Bunu sağlamanın yolu da, geçmişten bugüne işlenmiş bütün siyasî cinayetlerin dosyalarının teslim edileceği ‘Ulusal Güvenlik Bakanlığı’ adıyla yeni bir bakanlık kurmaktır…
Rahip Santori öldü, bu teklifi seslendirdik; aynı teklifi Danıştay saldırısı ve Hrant Dink suikastından sonra daha güçlü tekrarladık. Malatya’da işlenen hunharca cinayetler aynı teklifi bir daha hatırlatmamızı gerektiriyor. Doğruya ulaşmak için daha ne tür eylemlerle karşılaşmalıyız?
Hunhar cinayetleri kınamak, lânetlemek yetmez; toplum olarak sık sık böyle büyük şoklarla karşılaşmanın önüne ancak eylemcilerin arkasında gizlenen kuklacılara ulaşılarak geçilebilir.
Yeni Şafak, 20 Nisan 2007
|