Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin vefatının 47. yıldönümündeyiz. Yarım asırlık ayrılığın onun düşünce ve eylem birliğini daha iyi anlamamıza ve yalnız hakikat karşısında eğilen başının kıymetini daha derinden hissetmemize yaradığını söyleyebiliriz. Özellikle de son yıllarda baş gösteren fikrî ve ahlakî savrulmalar karşısında Üstad’ın hayatıyla ve eseriyle ne yaman bir dalgakıran inşa ettiğini fark etmemek elde değil. Biz de bugün onun yakın tarihimizde oynadığı dalgakıran rollerinden birine değinerek, farklılığını göstermeye çalışacağız.
Malum, boykot, modern bir toplumsal hareket ve ekonomik silah olarak karşımıza çıkar ve milliyetçiliğin doğuşunun habercisidir. İlk etkili boykotlar İrlanda, İran, Çin ve Mısır’da meydana gelmiştir.
Osmanlı topraklarında yaşanan ilk boykot, II. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra, 6 Ekim 1908’de Bosna-Hersek’i ilhak eden, yani bir oldu bittiyle topraklarına katan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu mallarının satıldığı mağazalara ve hizmetlerinin verildiği kurumlara karşı gerçekleştirilmişti.
98,5 yıl önceydi. Ve tam 5 ay boyunca devam etmişti Avusturya’ya olan kızgınlığımız. Nihayet 26 Şubat 1909’da hükümetin Avusturya ile 2,5 milyon Osmanlı lirası tazminat karşılığında anlaşması üzerine boykot sona erdirilmişti.[1]
Başkent İstanbul’dan start alan boykot, hızla Balkanlar, Anadolu, Suriye ve hatta o tarihte sınırlarımız dahilinde bulunan Libya’ya kadar yayılmıştı. Araştırmacı Roderick Davison Avusturya’yı ve Avusturya ile iş tutan içerideki Rum ve Ermeni tüccarlarını da sarsan[2] bu sarsıcı eylemi, “modern zamanların en başarılı boykotu” olarak nitelendirir.[3]
Hatta bu boykot sırasında, sayılarının yaklaşık 20 bin olduğu söylenen İstanbul’daki Kürt hamalların kritik bir rol üstlendiklerini, Bediüzzaman Sadi Nursi’nin onlara sakin olmalarını öğütleyen konuşmalarından biliyoruz.[4] Said Nursi, boykot sırasında yaşadıklarının bir kısmını kendisi Divân-ı Harb-i Örfî adlı risalesinde anlatmaktadır[5]. O sıcak günlerin atmosferini kendi dilinden dinleyelim:
İstanbul’da yirmi bine yakın hemşehrilerimi, hamal ve gâfil ve safdil olduklarından, bazı particiler onları iğfâl ile vilâyât-ı Şarkiyyeyi lekedâr etmelerinden korktum. Ve hamalların umum yerlerini ve kahvelerini gezdim. Anlayacakları suretle Meşrutiyeti onlara telkin ettim.
Burada Meşrutiyetle birlikte geri plana itilen Padişah II. Abdülhamid’e hâlâ bağlı oldukları anlaşılan Kürt hamallara, Meşrutiyetin neden meşru olduğuna dair aydınlatıcı bir konuşma yapan Said Nursi, başlıca düşmanlarımızın cehalet (cahillik), zaruret (fakirlik) ve ihtilaf (ayrılık) olduğunu; bu üç düşmana san’at (çalışmak), ma’rifet (bilgi) ve ittifâk (birlik) silahlarıyla mukabele edilmesi gerektiğini söylemiş, Kürtlerin hakiki kardeşleri olan Türklerle neden dost olup el ele vermeleri gerektiğini de anlatmıştır.
Bundan sonrasını yine Bediüzzaman’dan dinleyelim:
İşte o hamalların, Avusturya’ya karşı, benim gibi bütün Avrupa’ya karşı boykotajları ve en müşevveş [karışık] ve heyecanlı zamanlarda âkılâne hareketlerinde bu nasihatin tesiri olmuştur. Padişah’a karşı irtibatlarını tâdil etmeye [yani Abdülhamid’e bağlılıklarını Meşrutiyet’e doğru yönlendirmeye- M. A.] ve boykotajlarla Avrupa’ya karşı harb-i iktisadî [ekonomik savaş] açmaya sebebiyet verdiğimden, demek cinayet ettim ki, bu belâya düştüm.
Yukarıdaki sözlerin sıkıyönetim mahkemesi huzurunda söylendiğini ve bu hamallara, aşırı hareketlere kaçmaması tavsiyesinde bulunduğu için suçlandığı savunma sırasında sarf edilmiş olduğunu hatırlatalım.
Ancak bu savunmada Said Nursi’nin yine Avusturya boykotuyla ilgili bir açıklaması, özellikle zikre değer. Yukarıda alıntıladığımız metnin içerisine düşülen bir dipnot, Said Nursi’nin düşündüğü boykotun çok daha bütüncül bir tavra dayandığını ve kapsamının o zamankilerden daha geniş olduğunu gösterir. Buna göre o, yalnız Avusturya mamullerine değil, topyekün Avrupa mallarına karşıdır:
Bediüzzaman’a zurafâdan [zarif insanlardan] biri, bir gün, irfanıyla mütenasip bir esvap [ilmine layık bir giysi] giymesi lüzumundan bahseder. Müşarünileyh de: “Siz Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz; hem onun gönderdiği kalpakları giyiyorsunuz. Ben ise bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum. Onun için yalnız memleketimin maddi ve manevi mamulâtını giyiyorum” buyurmuştur.
Said Nursi’nin bu yalnız yatıştırıcı değil, aynı zamanda boykotun çapını genişletici ve heyecandan uzak fikrî bir tavır alışa kanalize edici konuşmaları tesirini göstermiş ve boykotun önemli bir ayağını oluşturan hamallar, bütün kışkırtmalara rağmen, 1895-1896’daki Ermeni olaylarındakine[6] yahut 1955’de yaşayacağımız 6-7 Eylül olaylarındakine benzer bir taşkınlığa kalkışmamışlardır.
Bediüzzaman’ın da bozulmaması için gayret gösterdiği ağırbaşlılığın korunması ve herhangi bir taşkınlığa meydan verilmemesi sebebiyle 1908 Avusturya boykotu, aynı zamanda Osmanlıların emperyalizme karşı sivil direnişlerinin de başarılı bir sembolü olmuştur. Unutmayalım ki, çocukluğumuzda mandalina ve ceviz kokan Yerli Malları Haftası bu boykotun Cumhuriyet dönemine kalmış miraslarından biriydi!
haber7.com
|