Özden Paşa’nın günlükleri Türkiye’nin röntgen filmi gibi. Hatta belki ‘tomografisi gibi’ demek daha doğru olur. Okudukça dehşete düşürüyor ve içinde barındırdığı tarihî ifşaatlarla, Türkiye üzerine daha derin düşünmeye itiyor sizi. Yakın tarihi, siyasi çalkantıları, Türkiye’de darbelere giden süreçleri yeni bir gözle daha okuma ihtiyacı hissediyor insan.
Nokta dergisini hakikaten tebrik etmek lazım. Son yılların en önemli haberciliklerinden birini yaptılar. Günlükleri satır satır okurken tıpkı bir sinema salonundaymışım gibi üzerinden bir hayli zaman geçmiş sahneler canlanıyor gözümün önünde. Yazılanlar sanki Şener Eruygur’un, Özden Örnek’in, Aytaç Yalman’ın kahramanı oldukları Sarıkız darbe planı değil, 27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün, 28 Şubat’ın oluşum hikâyesi. Günlüklerde geçen şu ifadeleri Özden Örnek mi yazıyor, yoksa 12 Eylül’ün 2. Ordu Komutanı Org. Bedrettin Demirel mi, karıştırmamak elde değil: ‘’Bir ihtilal için zeminin hazır olması gerekir, yani halk ihtilali istemelidir. 12 Eylül’de olduğu gibi, ‘Ordu niye duruyor, ne zaman müdahale edecek?’ gibi başlıklar basında yer almalıdır.’’
Bu ifadeleri okuduktan sonra, Türkiye’deki öğrenci hareketlerini kimler tetikleyip organize ediyor, üniversite öğretim üyeleri kimlerden gelen emirle hareket ediyor, şimdi daha iyi anlıyor insan. Meğer işçilerin haklarını korumak için var olan sendikaların, insan haklarını savunmak ve sivil toplumun gelişmesini sağlamak için kurulan derneklerin ipleri kimlerin elindeymiş. Anıları okudukça, toplumu karıştırmak için yapılan eylemlerin kimler tarafından nasıl tetiklendiği konusunda daha net bir bakış açınız oluşuyor. Mesela yine anılardan küçük bir örnek... Özden Örnek Kocaeli Üniversitesi’nin rektörünü arıyor; hükümete çok sert tavır koymalarını istiyor ve mesajı veriyor: “Merak etmeyin, arkanızdayız.” Güvenliği sağlamakla sorumlu bir kuvvet komutanı, siyasetten uzak bir bilim yuvası olması gereken üniversitenin tepe yöneticisine, ortalığı karıştırması talimatını veriyor. Öğrenci olaylarının başladığı, rektörlerin yürüyüp ‘’Ordu göreve’’ pankartının açıldığı o yürüyüşleri hatırlayacaksınız.
Darbe planlaması yapanların şu değerlendirmelerine bir bakar mısınız: ‘’AB’nin bizi istemediği görüşünün yaygınlaşmasını sağlamak, böylelikle hükümetin eline geçmiş olan AB kozunu elinden alarak onları iç siyasete döndürerek bizden korkar hale getirmemiz lazım. Bunu yaparken de daima sert açıklamalardan kaçınmamalı ve onlara gerekirse her şeyi yapabileceğimiz intibaını vermeliyiz. Kıbrıs’ı istediğimiz şekilde çözümsüz olarak bırakmalıyız ve bu arada Kıbrıs muhalefetinin seçimi kazanmasını da önlemeliyiz. Böylece AB’ye ikinci bir darbe vurabileceğiz.’’
Bu AB karşıtlığı nedendir? Mantığını çözmek zor. Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşadığı büyük dönüşümde devrimlerin hepsi Batılılaşma, çağdaş ve muasır medeniyetler seviyesine çıkmak için yapılmamış mıydı? İlk, orta, lise hatta üniversite eğitiminde bize sürekli anlatılan şey bu değil miydi? Hani 28 Şubat’ın merkez üssü Batı Çalışma Grubu’nun adı ‘yönümüz Batı’ mesajını vermek için konulmuştu?
Darbenin şartlarının oluşması için yapılacak hareketleri günlükte şöyle sıralıyor paşalarımız: “Önce basını ele geçirmeye çalışacak, bu nedenle M.Ö.’yü davet edeceğiz. Sonra rektörler ile temas edip öğrencileri sokağa dökecek, sendikalar ile aynı şekilde hareket edip sokaklara afiş astıracağız. Derneklerle temas edip onları hükümet aleyhine teşvik edeceğiz.”
Darbe için en önemli cümle şu: ‘Şartlar hazır mı?’ Türkiye’de işler yoluna girerse, Güneydoğu terörü biter, milli gelir artar, ekonomik refah düzeyimiz ilerlerse; halk, ‘Kurtar bizi paşam!’ der mi? Tabii ki demez. Diyecek şartların her zaman el altında olmasında yarar vardır, doğal olarak..
Zaman, 31.3.2007
|