Abdülkerim, 1365 veya 1366 (Hicrî 767) yılında doğdu. Doğum yeri olarak farklı yerler nakledilmektedir. Bazı araştırmacılara göre Bağdat yakınlarındaki Cilî kasabasında doğdu. Doğum yeri olarak İran’ın Cilan kasabasını gösterenler de mevcuttur. Bu farklılık el-Cilî, Cilanî, Gilanî, Geylanî şeklinde anılmasında da görülmektedir.
Abdülkerim’in çocukluk hayatı, bulunduğu çevre ve yakınları, kimlerden ders aldığı ve nasıl bir eğitimden geçtiği, cemiyet içindeki konumu ve ailesinin durumu hakkında fazla bir bilgi yoktur. Hakkındaki bilgiler daha çok tahminlere dayanmakta ve eserlerindeki ilmî seviyeden hareketle fikir yürütülmektedir. Bu çerçeveden bakıldığında iyi bir eğitim gördüğü ve önemli bir bilgi birikimine sahip olduğu rahatlıkla söylenebilmektedir.
Bir süre memleketinde yaşayan Abdülkerim’in yirmili yaşlarından itibaren seyahate çıktığı görülmektedir. Önce Hindistan’a gitmiş ve ardından Arabistan’a yönelmiştir. El-Kehf ve’r-Rakim adlı eserinde seyahati hakkında bilgi vermektedir. Zebid’de Şerefüddin (İsmail) el-Ceberti’nin yanında kaldığı, söz konusu şahsın şeyhi ve kendisinin de onun müridi olduğu, bazı arkadaşlarıyla birlikte Cebertî’nin mescidinde toplanarak kendisiyle görüştükleri, 1402-1403 tarihlerinde burada belli bir süre kaldığı ve el-Kelimâtü’l-İlâhiyye adlı eserini tamamladığı bu eserindeki ifadelerinden anlaşılmaktadır.
Abdülkerim el-Cilî’nin, eserlerinden Hanbelî mezhebi ve Kadirî tarikatına mensup olduğu anlaşılmaktadır. Gerek yaptığı seyahatler, gerekse ortaya koyduğu eserler göz önüne alındığında zamanını çok iyi değerlendirdiği ve dolu dolu bir ömür yaşadığı söylenebilir. Arapça ve Farsça dillerinde, İslâm ilimleri, eski Yunan ilimleri, coğrafik bilgi ve felek ilmi gibi muhtelif alanlarda önemli bir birikime sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Bediüzzaman’a; Seyyid Abdülkerim ve Muhyiddin-i Arabî gibi meşhur âlimlerin küre-i arzın yedi tabakası, Kaf Dağı arkasındaki Arz-ı Beyza gibi olağanüstü şeyleri gördükleri, söylediklerinin doğru olup olmadığı sorulduğunda şu cevabı vermiştir:
“Onlar ehl-i hak ve hakikattirler, hem ehl-i velâyet ve şuhuddurlar. Gördüklerini doğru görmüşler; fakat ihatasız olan hâlet-i şuhudda ve rüya gibi rüyetlerini tâbirde verdikleri hükümlerinde hakları olmadığı için, kısmen yanlıştır. Rüyadaki adam kendi rüyasını tabir edemediği gibi, o kısım ehl-i keşif ve şuhud dahi rüyetlerini o halde iken kendileri tabir edemezler. Onları tabir edecek, ‘asfiya’ denilen verâset-i nübüvvet muhakkikleridir. Elbette o kısım ehl-i şuhud dahi, asfiya makamına çıktıkları zaman, kitap ve sünnetin irşadıyla yanlışlarını anlarlar, tashih ederler, hem etmişler.” (Mektubat, s. 82)
Abdülkerim el-Cilî’nin eserlerini inceleyen araştırmacılar önemli ölçüde İbnü’l-Arabî’nin etkisinde kaldığını ifade etmektedirler. Zaten kendisi de eserlerinin önemli bir kısmında Arabî’nin fikirlerine şerh yazmıştır. Genelde paralel fikirde olmakla birlikte, bazen ona muhalif görüşte bulunduğu konuların da olduğu müşahede edilmektedir. Özellikle tasavvuf konusunda büyük ölçüde İbn Arabî’nin etkisinde kalmış ve benzer fikirleri savunmuştur. Vahdet-i vücud meselesinde aynı fikirleri paylaşmıştır.
İnsan-ı Kâmil adını taşıyan eserinde; “küllî ve cüz’î bütün âlemleri, İlâhî ve kevnî kitapların tamamını kendinde toplayan, ruhu, kalbi, aklı ve nefsi ile mükemmelleşip mutlak tasarruf sahibi olan, kusursuz bir ayna gibi maddî-manevî her şeyin yanı sıra İlâhî vasıfları ve kudretleri de yansıtan” (M. Nazif Şahinoğlu, “Abdülkerim el-Cilî”, TDV. İA., 1. C., s. 250) kâmil insanı tarif ederken yine Arabî’den etkilenmiş ve ondan istifade etmiştir.
Abdülkerim, eserinde en mükemmel insanın, Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed (asm) olduğunu hatırlatmıştır. Onun sıralamasına göre, Peygamber Efendimizden sonra, gavs ve kutublar gelmektedir. Bunların dışında kalan diğer insan ruhlarının, kâmil insanda tecelli eden İlâhî sıfatların bir kopyası olduğunu, Yaratıcıya bağlanma ölçüsünde bu yansımaların artacağını ifade etmiştir.
Abdülkerim, fikirlerini açıklar veya kayda dökerken şiirden de istifade etmiş ve bu şekilde şairliğini de ortaya koymuştur. Sohbet ve yazılarını şiirleriyle süslemiştir. Abdülkerim, 1428 yılında Bağdat’ta vefat etmiştir.
Eserleri:
Abdülkerim el-Cilî’nin yazmış bulunduğu eserlerinin önemli bir kısmı günümüze kadar ulaşamamıştır. Eserleri ve fikirleri daha çok Doğu Hindistan’da yayılmış ve ilgi görmüştür. Bunun dışında İslâm dünyasının değişik beldelerinde de ilgi görmüş ve eserleri muhtelif dillere tercüme edilmiştir.
Kendisinin tanınıp meşhur olmasına vesile olan İnsan-ı Kâmil adlı eseri Türkçe’ye de çevrilmiştir. Kahire’de birkaç kez basılmıştır. El-Kehf ve’r-Rakim adlı eseri de önce Haydarabat’ta neşredilmiştir. Bu eser daha sonra M. Yuluğ tarafından 1979 yılında tercüme edilerek Türkçe baskısı yapılmıştır. Türkçe’ye tercüme edilen diğer bir eseri de Hakikatü’l-Yakîn adını taşımaktadır. Bunların dışında da eserler yazmıştır.
|