Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 16 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

Cumhuriyet'in reşit sayılmayan 'yurttaşları!

Cumhurbaşkanı son ‘láiklik’ mesajında, başka şeyler yanında, Cumhuriyetle birlikte ‘ümmetçilikten ulusçuluğa’, ‘kulluktan yurttaşlığa’ geçtiğimizi söyledi. Bu iki iddiayı ayrı ayrı ele almak istiyorum.

Cumhuriyet Türkiye’sinin yeni siyasî birliğin temelini ‘ümmetçilik’ yerine ‘ulusçuluk’a dayandırdığı olgusal planda doğrudur. Ne var ki bunu ikide bir yüksek sesle ilán etme ihtiyacı duyanların amacının sadece bir olguyu dile getirmek olmadığı da açıktır. Anlatmak istedikleri, aslında, ulusçuluğun ümmetçilikten daha ‘iyi’ ve takdire değer bir şey olduğudur.

Ben bundan o kadar emin değilim. Bir kere, çocukluğumuzdan beri hep bu paradigma içinde yetiştiğimiz ve öyle endoktrine edildiğimiz için, ulusun ve ulusçuluğun insanlık tarihinde bir ilerlemeye tekabül ettiğini ve onun tarihin kaçınılmaz bir yasası olduğunu sanıyoruz. Oysa, bir politik aidiyet tanımı olan ‘ulus’ da modernliğin şartlarına bağlı olarak ortaya çıkmış ve dolayısıyla -aynen ‘ümmet’ gibi- tarihsel olarak zorunlu olmayan, arızî bir kollektif kimliktir. Onun için, onların birini diğerine tercih etmek için moral bakımdan hiç bir neden yoktur. Çoğu yerde devlet eliyle inşa edilmiş olan ‘ulus’ dediğimiz kimliğin ‘ileri’ bir şey olduğu zannı ise modern bir hurafedir.

İkincisi, üstelik ‘ulus’ fazlasıyla dışlayıcı ve yerel karakterli bir kimliktir. Oysa ‘ümmet’ kimliği daha kapsayıcıdır ve evrenselliğe daha yakındır. Çünkü, ‘ulus’, açıktır ki, ‘ümmet’e göre daha fazla türdeşlik ve standardizasyon gerektirir, dolayısıyla daha sıkı bir birlik anlamına gelir. Bu da, bir ‘ulus’a dahil olmak -dahil edilmek- durumundaki kişiler için daha fazla özgürlük kaybı demektir. Onun için, kim bilir, belki de ümmetçilik ulusçluktan daha iyidir.

‘Kulluktan yurttaşlığa’ geçme meselesine gelince, bu iddianın da olgusal doğruluğu çok şüphelidir. İki bakımdan. Her şeyden önce, Cumhuriyet’in Osmanlı’dan devraldığı insan unsurunu toptan ‘kul’ olarak görmek ya bilgisizlik göstergesidir, ya da gerçeği bile bile çarpıtmaktır. Çünkü, Osmanlı’nın klasik döneminde bile tebaa padişahın ‘kulu’ sayılmıyordu. Böyle nitelenenler, ‘kapıkullları’ denen ayrı bir sınıf veya daha doğrusu bir ‘zümre’ teşkil ediyordu.

Kaldı ki, Cumhuriyet’in kuruluşuna tekaddüm eden dönemde Osmanlı’da kamu hayatı ve siyaset çok değişmişti. Osmanlı Tanzimattan itibaren yurttaşlık anlayışına geçmeye başlamıştı. Padişahlar da -öyle çocuk kandırırcasına sık sık tekrarlandığı gibi- ‘astığı astık kestiği kestik’ mutlak hükümdarlar olmaktan çoktan çıkmıştı. Son dönem padişahları öyle kimseyi kul yapacak veya kul olarak tutacak halde değillerdi.

Yani, Cumhuriyet’le birlikte öyle birdenbire ‘yurttaşlık’a geçmedik. Kaldı ki, Cumhuriyet’in tek-partili yillarında yurttaşlık idealinin bir gerçek haline dönüşmüş olduğu da söylenemez. Gayrımüslim azınlıkların ‘ikinci sınıf’ statüsünü bir yana bırakalım, bu dönemde Müslüman çoğunluk bile politik iktidarın kurucu unsuru olmak şöyle dursun, iktidara katılan konumunda bile değildi. Onlardan iktidar karşısında beklenen esas olarak itaat etmek, yani pasif kalmaktı. Tek parti dönemine hakim olan anlayış ve uygulama halkın kendisine vesayet eden devlet elitlerine kayıtsız şartsız boyun eğmesiydi.

‘Reşit’ bile sayılmadığı bir vesayet yönetimi altında halkın sahici anlamda yurttaş olduğundan nasıl söz edilebilir ki?

Star, 15.2.2007

Mustafa ERDOĞAN

16.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  Demokrasiyi “öldüren” yemin!

  Kuşatma ve Erdoğan!

  Bıktık şu 301 sorunundan!

  Cumhuriyet'in reşit sayılmayan 'yurttaşları!


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004