Milliyetçilik popüler bir kavrama dönüşerek tartışmaların odağında yer almaya başladı. Özellikle Dink cinayeti sonrası milliyetçi dalganın yükselişe geçtiğinden sıkça sözediliyor. Milliyetçiliğin bir sorun, bir sıkıntı, hatta bir tehlike ve tehdit olarak algılanması doğal olarak milliyetçi kesimlerde de tepkiselliği arttırıyor.
Milliyetçiliği topyekün suçlamamak ve milliyetçi kesimleri rencide etmemek için ise negatif ve pozitif milliyetçilik tanımı yapanlar var.
Literatüre göre milliyetçilik (ulusçuluk) Fransız Devriminden sonra ortaya çıkan yeni bir olgudur. Amacı ortak dil, tarih ve kültür bağı üzerinden yeni bir “ulus inşa etmek”tir. Bu açıdan milliyetçilik “siyasi” bir kavramdır ve devletin kurucu unsuru olarak bir ulus inşa etmeyi hedefler.
Eric Hobsbawn bu yüzden milletlerin milliyetçiliği değil, milliyetçiliğin milletleri ortaya çıkardığını söyler.
Yani milliyetçilik deyince siyasal bir imalattan bahsedilir.
Etnik unsurların taşıdığı kimliklerin ötesinde belli bir etnik unsurun sahip olduğu siyasi hedefler milliyetçilik açısından önem taşır.
Ulus inşa etme sürecinde milliyetçiliğe olumsuz anlam yükleyenler, “melting pot” denilen bir ülkedeki farklı etnik unsurları bir potada eriterek yeni bir ulus inşa etme çabasına atıf yaparlar. Bu sürecin farklılıkları aynileştirici, törpüleyici, tektipe indirgeyici bir süreç olduğu vurgulanır.
Herder gibi kültürel milliyetçilik vurgusu yapanlar da vardır.
Doğal olarak Fransız Devrimi sonrasındaki uluslaşma sürecinden önce de kültürel ve ananevi özellikleri ön plana çıkararak toplumunu yüceltme, kendisi gibi olanları kollama eğiliminde olan kolektif duygu bütünleşmeleri de yaşanıyordu.
Yurtseverlik, vatanseverlik, ait olduğu milleti yüceltme, ona hizmet etme duygusu gibi özellikler geçmişte negatif değil, pozitif şekliyle vurgulanıyordu.
Süreç içinde bu duygunun siyasal bir projeye dönüşerek farklılıkları dışlamaya ve ötekini kötülemeye yönelmesi milliyetçiliğin negatif karakter kazanmasına sebep olmuştur.
Bu noktada milliyetçilik şovenizm kavramıyla birlikte anılmaya başlamıştır. Şovenizm, kendi grubuna bağlılığın rasyonelliği ve nedenselliği ortadan kaldırarak farklılıklara nefret aşılamaya başlaması halidir.
Bediüzzaman’ın onlarca yıl önce negatif milliyetçilikle ilgili şu sözleri ırkçı anlayışın sıkıntılı boyutunu gösterir: “Asabiyet-i cahiliye gaflet, dalâlet, riya ve zulmetten mürekkeb bir macundur.”
Bediüzzaman’a göre müsbet milliyetçilik kabul edilebilir, çünkü milletine sahip çıkmak, milletiyle övünmek ve ona yararlı olmaya çalışmak bir erdem olarak düşünülebilir.
Şovenizmdeki sahip çıkma her türlü yanlışı görmezden gelme şeklindedir. Oysa millete iyi ve kötüde, haklılık ve haksızlıkta sahip çıkmak farklı bir anlamdadır. Burada sahip çıkmak yanlışı kabullenmek ve görmezden gelmek değil, yanlışı düzeltmeye çalışarak sahiplenmek demek olmalıdır.
Bugün milliyetçilikle ilgili olumsuz atıflar lümpenlik, ataerkillik, şovenistlik ve tahammülsüzlük kavramlarıyla dile getirilmektedir. Bu anlamıyla negatif milliyetçiliğin aşıladığı kültürel yapının toplumsal birlik ve bütünlük açısından bir sıkıntı oluşturması, farklılıkları kaygılandıran bir ayrımcılık anlayışı üretmesi elbette bir sorundur.
İkinci sorun da milliyetçi partilerin etnik temelde bir anlayışla örgütlenmeleri, tüm sorunları etnik temelde algılamaları ve önerdikleri siyasetin bu ayrımcılığı körükler hale gelmesi durumunun doğuracağı olumsuzluktur. MHP ve DTP’nin Türk ve Kürt milliyetçilikleri üzerinden ürettikleri söylemler arasında yaşanan gerilim buna örnek oluşturabilir.
Milliyetçi duyguların yüzünü hayra ve doğruya çevirerek kabul edilebilir hale getirmek tek çıkar yoldur. Farklılıkları yok sayan ve düşman gören anlayış ise toplumsal bir sıkıntı olmaya devam edecektir.
Yeni Şafak, 9.2.2007
|