Belki de çok yakında Avrupa’nın tevhidî bilim merkezi olma şansına sahip Hollanda Rotterdam İslâm Üniversitesini ziyaretimde Prof. Dr. Bünyamin Duran’la yaptığımız çok doyurucu sohbet esnasında hafızamda kalan önemli bir anısını okuyucularımla paylaşmadan edemedim.
Prof. Dr. Grammels, Almanya’da bir üniversitede dekan. Bediüzzaman’ı tanıtmak için ciddî gayret eden Alman Ahmet Aries, iyi bir sosyolog ve aynı zamanda askerlikte yarbaylığa kadar da yükselmiş. Bir gün üniversitedeki dersinden sonra Prof. Grammels’e Bediüzzaman’ın hayatından bahseder. Dekan ciddî şekilde dinler ve hayretle, “Olamaz; anlattığın kişi gibi bizde de bir din adamı var, yaklaşık aynî hayat tarzını paylaşıyorlar ve ben ilgili kişi adına kurulan vakfın da başkanıyım” der.
Adına vakıf kurulan Bonhower, Almanya’da bir Protestan papazmış. Hitler’e karşı çıkıyor ve politikalarını kabul etmiyordu. Hitler’in baskısı ve zulmü muhalefetin üzerinde artınca Bonhower Amerika’ya kaçmış. Ancak burada yirmi gün kalabilmiş. Hitler’in halkının üzerindeki baskısı hiç aklından çıkmamış; halkının çektiği bu zulüm karşısında Amerika’daki rahatını kendine yedirememiş. En son gelen gemi ile yeniden Almanya’ya geri dönmüş. Gizli bir tim kurarak Hitler’e karşı bir suikast düzenlemiş. Timin içinde Prof. Dr. Grammels’in babası da varmış. Suikast başarısızlıkla sonuçlanınca Hitler hepsini çıplak bir şekilde asmış. İşte Grammels, böyle bir şahsın adına kurulan vakıf aracılığıyla düşünce ve mücadelesini yaşatmaktadır.
Prof. Dr. Bünyamin Duran da ilk karşılaşmasında Grammels’e, Bediüzzaman’ın Van’dan diğer hoca ve aşiret reisleriyle birlikte Batı’ya sürülürken, gece atlıların gelip, “Efendim seni İran, oradan da Medine’ye kaçıracağız” demeleri üzerine Bediüzzaman’ın “Hayır, ben Mekke, ya da Medine’de de doğmuş olsaydım bile hizmet için yine Türkiye’ye gelirdim” diyerek, onların tekliflerini reddettiğini anlatmıştı. Bediüzzaman’ın tereddütsüz ve samîmî bu ret cevabı karşısında Grammels hayret etti ve “Bonhower’e çok benziyor” dedi. Bediüzzaman’ı Almanya’da anlatmak gerektiğini sözlerine ekledi ve bu vakfın faaliyetleri arasında Bediüzzaman-Bonhower sempozyumları düzenledi.
Bediüzzaman ile Bonhower’in mücadelesi arasında bir benzerliğin olduğu doğrudur. Ancak bu iki fikir adamının ayrıldığı önemli bir nokta var. O da Bediüzzaman’ın ülkeyi terk etmemesi noktasındaki kararlığıdır. Gramels’in de ilk bakışta ilgisini çeken bu oldu. Öyle ya, insan için ülke darlıkta ve genişlikte bir olmalıdır. Din ve ülkenin geleceği her şeyin başında gelir. İnsana yaraşan, can tehlikesi karşısında bile olunsa, başka bir alternatif de yoksa mevzii bırakmamak değil mi?
Bediüzzaman’ın Bonhower’den ayrıldığı yalnızca bu önemli fark değil. Onu büyük yapan birçok özellikleri yanı sıra konuya ilişkin başka farkları da şöyle sıralayabiliriz:
1- Yalnız dâvâsına yoğunlaştı.
2- Herhangi bir muhalefetin başında ya da yanında olmadı.
3- Dâvâsını müsbet bir şekilde savundu.
4- Mücadelesini bilimsel bazda yaptı.
5- Dâvâsını savunurken hiçbir kaygı ve korku yaşamadı.
6- Gördüğü zulümlere rağmen kendi şahsına taalluk eden haksızlıkları affetmesini bildi.
Gramels’in, Bediüzzaman’ın bu tutumu karşısında hayret etmesi boşuna değil; Bonhower’i Bediüzzaman’a kıyas ederken iyi bir nokta yakalamış. Ama inanıyoruz ki; daha birçok ayrıntıları da tesbit edecek.
Sohbetimiz yoğunlaştıkça, Sayın Prof Dr. Bünyamin Duran’dan daha taze hatıralar dinleyebileceğimizi anladık. Hatta hatıraları konusunda kendisiyle bir röportaj yapma sözünü de aldık. Zamanı gelince onu da gerçekleştirmeye çalışacağız.
[email protected]
|