Hem iktidarı hem de muhalefeti uçuk hesaplara ikna edebilen bir ‘derin’ odağın varlığı Türkiye için ne büyük talihsizlik!
Geçenlerde Başbakan partisinin grup toplantısında Irak sorununun Türkiye için Avrupa Birliği’nden daha öncelikli hale geldiği mealinde, sert tonda bir konuşma yaptı. O kadar ki, televizyondan Başbakanı seyrederken bayağı endişelendim, ‘Eyvah! Galiba yarın yeni bir ‘Bağdat seferi’ne çıkıyoruz’ diye düşündüm.
Bu arada CHP lideri Deniz Baykal da Irak’a asker göndermek üzere Meclis’ten izin alınması için harekete geçilmesi gerektiğini söyledi. En sonunda iktidar partisine mensup milletvekilleri Irak olayları konusunda bir genel görüşme açılması için Meclis Başkanlığı’na bir önerge verdiler.
Hemen belirtmek isterim ki, siyasîlerimizdeki bu ‘Bağdat seferi’ heyecanını, en hafif tabirle, ‘akla ziyan’ bir durum olarak görüyorum. Her şeyden önce şunun için: Irak’ta olup bitenlerin Türkiye’yi ilgilendiren bir yanı olsa da, bunun ‘Hadi Irak’a girelim, Kerkük’e varalım’ tarzında bir hareketlenmeyi haklı çıkarması mümkün değil. Hele, bu ilginin, Türkiye’nin AB’ye tam üyelik davasını arka plana atmayı gerektirecek kadar ciddî olduğuna hükmedebilmesi için insanın soğukkanlılığını hepten yitirmiş olması gerekir.
Peki, yöneticilerimizi endişeye sevk eden gelişmeler nedir? Birincisi, Kuzey Irak’ta oluşan Kürt siyasî varlığının ‘özerklik’ten de öte, bağımsız devlet statüsüne yakın bir nitelik kazanması ihtimalidir. Buna bağlı olarak, bu Kürt siyasî varlığının gelecekte PKK’ya müzahir olmasından ve hatta onu Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanmasından korkuluyor. Kanaatimce, birinci ihtimalden Türkiye’nin rahatsızlık duyması için haklı bir sebep yoktur. Irak Kürt halkının siyasî olarak kendi kaderini nasıl belirleyeceği elbette tamamen kendilerine ait bir meseledir. Türkiye’nin bu meselede ne söz söyleme hakkı vardır, ne de bundan rahatsızlık duyması gerekir.
Buna karşılık, Irak Kürt otoritesinin PKK’ya yardımcı olması veya en azından onun Türkiye’ye yönelik eylemlerine kayıtsız kalması korkusu haklı olabilir, ama bu da Türkiye’nin Kuzey Irak’a dönük olarak saldırgan bir tutum almasını gerektirmez. Böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi halinde, Türkiye’nin uluslararası hukukun öngördüğü meşruluk çerçevesinden ayrılmaması ve genel olarak da savaşçı değil, barışçı yolları kullanması gerekir. Ama bunun da ön şartı, Kuzey Irak Kürtleri’nin siyasî iradesine saygılı olmak ve onunla dostça ilişkiler kurmaya çalışmaktır.
Ama öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’nin iktidar sahiplerinin kafasında başka bir şey daha var. Onların aklı-fikri Kerkük’te. Görünüşe göre, Kerkük’e olan bu ilginin sebebi, orada Türkmenler’in de yaşıyor olması. Türkiye bu yıl Kerkük’te yapılacak bir referandumla Türkmenler’in azınlık statüsüne sokulmaları ihtimalinden endişe ediyor. Bu endişe, genellikle, Irak petrollerinin yarıya yakınının bu bölgeden çıktığına yapılan atıfta birlikte dile getirildiğine göre, Türkiye’nin Türkmenler’e duyduğu ilginin arka planında başka hesapların olduğu anlaşılıyor. Ama bunun, meşru bir temeli olmak bir yana, gerçeklik duygusundan tamamen yoksun bir ‘hesap’ olduğu da açıktır.
Hem iktidarı hem de muhalefeti bu tür uçuk hesaplara ikna edebilen bir ‘derin’ odağın varlığı Türkiye için ne büyük talihsizlik!
Star, 17.1.2007
|