Neden askeriye barışa ve refaha yönelik her adımı engellemeye çalışır?
Nereden
nereye
70’li yıllarda siyasi İslamcılarda ve dini cemaatlerde “kadın-erkek ilişkileri” şöyle şekillenmişti:
BİR: Harem-selamlık uygulaması had safhadaydı: Misafirliklerde erkekler ayrı odada, kadınlar ayrı odada otururdu.
İKİ: İki yakın arkadaş düşünün: Yedikleri içtikleri ayrı gitmiyor ama birbirlerinin eşlerini tanımıyorlar bile! Olay buraya kadar varmıştı.
ÜÇ: Başörtülü eşlerin kamu alanına çıkması söz konusu değildi. Cemaat önderlerinin ya da İslamcı siyasetçilerin eşleri tanınmazdı.
DÖRT: Mahrem alan abartıldıkça abartılırdı: Kadının adının anılması bile sakıncalı sayılırdı.
Hemen söyleyeyim: Bu tuhaf ve anti modern gidişata “Dur” diyen isim Tayyip Erdoğan oldu.
Refah Partisi’nin İstanbul ekibinin başındaki Erdoğan, 80’li yılların sonuna doğru, tamamen pragmatik nedenlerle, yani “Bu böyle gitmez, toplumdan kopuk bir şekilde oy almamız imkánsız” diyerek bir strateji değişikliğine gitti.
İslami camiada “kadının görünülürlüğü” de işte böyle başladı.
Kapı kapı dolaşıp propaganda yapan partili kadın timleri oluştu, harem-selamlık uygulaması gevşedi, kadınlarla erkekler bir arada toplantılar yapmaya başladı, başörtülü eşler kamu alanına çıktı, kadının adı anılır oldu vs...
Ve gel zaman git zaman, olay o kadar ilerledi ki...
80’li yılların ortalarına kadar “harem-selamlık” uygulamasını abartarak uygulayanlar, “Biz daha moderniz” diye hava atar oldular.
İşte görüyorsunuz, AKP’li “başı açık” bir kadın bakan çıkıp “modern yaşam tarzının biricik savunucusu” bir partinin liderini, “eşiyle kamu alanında görünmediği” için eleştiriyor.
Demek istiyor ki:
“Molla diye hor gördüğünüz liderimiz eşiyle her yere gidiyor, oysa en modern saydığınız liderin eşini kamu alanında göremiyoruz bile.”
Gel de 70’li yıllardan 2 binli yıllara “camia”daki bu muazzam değişimi görüp, “Vay be! Nereden nereye gelindi” diye iç geçirme...
Star, 7.1.2007
|