Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 08 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

MİT devleti uyardı

Neden askeriye barışa ve refaha yönelik her adımı engellemeye çalışır?

Nereden

nereye

70’li yıllarda siyasi İslamcılarda ve dini cemaatlerde “kadın-erkek ilişkileri” şöyle şekillenmişti:

BİR: Harem-selamlık uygulaması had safhadaydı: Misafirliklerde erkekler ayrı odada, kadınlar ayrı odada otururdu.

İKİ: İki yakın arkadaş düşünün: Yedikleri içtikleri ayrı gitmiyor ama birbirlerinin eşlerini tanımıyorlar bile! Olay buraya kadar varmıştı.

ÜÇ: Başörtülü eşlerin kamu alanına çıkması söz konusu değildi. Cemaat önderlerinin ya da İslamcı siyasetçilerin eşleri tanınmazdı.

DÖRT: Mahrem alan abartıldıkça abartılırdı: Kadının adının anılması bile sakıncalı sayılırdı.

Hemen söyleyeyim: Bu tuhaf ve anti modern gidişata “Dur” diyen isim Tayyip Erdoğan oldu.

Refah Partisi’nin İstanbul ekibinin başındaki Erdoğan, 80’li yılların sonuna doğru, tamamen pragmatik nedenlerle, yani “Bu böyle gitmez, toplumdan kopuk bir şekilde oy almamız imkánsız” diyerek bir strateji değişikliğine gitti.

İslami camiada “kadının görünülürlüğü” de işte böyle başladı.

Kapı kapı dolaşıp propaganda yapan partili kadın timleri oluştu, harem-selamlık uygulaması gevşedi, kadınlarla erkekler bir arada toplantılar yapmaya başladı, başörtülü eşler kamu alanına çıktı, kadının adı anılır oldu vs...

Ve gel zaman git zaman, olay o kadar ilerledi ki...

80’li yılların ortalarına kadar “harem-selamlık” uygulamasını abartarak uygulayanlar, “Biz daha moderniz” diye hava atar oldular.

İşte görüyorsunuz, AKP’li “başı açık” bir kadın bakan çıkıp “modern yaşam tarzının biricik savunucusu” bir partinin liderini, “eşiyle kamu alanında görünmediği” için eleştiriyor.

Demek istiyor ki:

“Molla diye hor gördüğünüz liderimiz eşiyle her yere gidiyor, oysa en modern saydığınız liderin eşini kamu alanında göremiyoruz bile.”

Gel de 70’li yıllardan 2 binli yıllara “camia”daki bu muazzam değişimi görüp, “Vay be! Nereden nereye gelindi” diye iç geçirme... Star, 7.1.2007

Mehmet ALTAN

08.01.2007


 

Acaba ne dedi?

“Milli” istihbaratın bir numarası, “tehditler, fırsatlar” üstüne değerlendirme yapıyor; “iç düşmanlar”a, “irtica ve bölücülük tehlikesi”ne pek değinmiyor. “Küresel tehdit”in yanında, onları anmıyor bile!

Bir, iki gazeteyi görme imkanınız var. Sabah sabah, elinize yahut gözünüze, kendi tabirleriyle “Türkiye’nin en büyük ve devlete en yakın gazetesi” de ulaştı. Köşesinde Atatürk silueti ile bayrak var ve “Türkiye Türklerindir” yazıyor. 9 sütuna da sığmayıp alta kıvrılan başlıkla irkiliyorsunuz:

“Ulus devlet tehdit altında”

“MİT’ten tarihi uyarı” patlamasıyla sunulmuş.

Yeterince “milliyetçi” görünümlü büyük bir gazetede, “Ulus devlet tehdit altında” başlığını gördünüz mü, o “ulus devlet” hiç şüphesiz bizimkidir.

“Tehdit” açısından zaten pek eksiği olmayan bir devlet.

Hele bunu sessiz bir makam, “MİT Müsteşarı” söylemişse, durum çok çok vahimdir.

*

Alt başlıkla ve metin elbette “Türkiye’nin yüz yüze olduğu tehdit ve fırsatlar” demekle birlikte, iyice okuyunca anlarsınız ki, “MİT Müsteşarı Emre Taner’in 80’inci yıl açıklaması”, aslında “dünyada, teknolojik devrim ve küresel ekonomik rekabete dayanamayıp ulusal egemenliklerini yitirecek... tarih maratonunu kaybedecek... BİRÇOK ULUS DEVLET”ten bahsetmektedir. Doğrudan ve tamamen, özellikle bizimki değil!

“İroni” ise odur ki;

Atatürk ve bayraklı, Türkiye Türklerindir’li, “Ulus devlet tehdit altında”lı “devlete yakın gazete”; bankasını toptan yabancılara satmış, TV’lerine de, çok tartışmalı, özellikle bölgemizde aşırı İsrail yanlısı, bayağı politize “küresel Alman büyük sermayesi”ni ortak etmiş, “küresel rekabet” in vurucu güçlerini medyaya taşımış, ABD’nin Irak işgalini desteklemiş bir grubundur. Lakin, “Ulus devlet tehdit altında”dır!

*

Oysa, anladığım, bildiğim, kendisi gibi düşünenlerden bilgi edindiğim kadarıyla, MİT Müsteşarı Taner, bizzat iki vurgusunda yanlış anlaşılmak

üzere:

1. Biri, “ulus devlet, ulusal güvenlik, ulusal egemenlik” deyişinin, bir kısım milliyetçi, “anti-demokratik ulusalcı” mevzilere malzeme yapılması;

2. Diğeri de, “Bekle-gör-tavır al taktiği”ine karşı çıkması, “yalnız savunma pozisyonunda kalınmaması” ve “aktif olunması” isteğinin “saldırganlık”la karıştırılması.

*

“Sistem içindeki yapılanmaların ve analizlerin, statükocu yaklaşıma koyu bir muhafazakarlıkla sahip çıkmaları... Geleceğe yönelik tahminler katı kuralcı yaklaşım içinde başarısız oldu...” analizini yapan birisi, “yeni ve değişik şeylerin söylenmesi ve yapılması”na atıfta bulunur ancak. Eski kalıplarla, eskisi gibi, bildik biçimde değil!

Aynı şekilde, “tehditleri doğru analiz edebilmek” diyen ve işi de bu olan önemli bir devlet birimi yöneticisi, “tehditlerin doğru analiz edilmediği, uygun vasıtalarla karşı koyulmadığı” endişesi taşır. Daha önemlisi; “çözümsüzlük”ten şikayetçi ise, hükümetin ve “devlet hükümetten ibaret değildir” diyenlerin bugüne kadarki “çözümsüz” hallerine, ortak iradelerin oluşmamasına da ince ince dokundurmaktadır.

“Tüm kartların, tüm avantajların maksimum düzeyde verimlilikle değerlendirilmesi” diyorsa, Türkiye’yi kendi içine kapanmaya veya tek bir küresel gücün, politikanın uzantısı kılmaya götürecek niyetlerle pek aynı fikirde değildir.

*

Bir şey daha var:

Bütün bunları, 80’inci yıldönümünü beklemeden, hükümet ve devlet yetkililerine de çoktan söylemiş olması gerekir. Esas, onların ne anlayıp anlamadığı önemli. Bir de şu dikkat çekici:

“Milli” istihbaratın bir numarası, “tehditler, fırsatlar” üstüne değerlendirme yapıyor; “alıştığımız, alıştırıldığımız” meselelere, “iç düşmanlar”a, “irtica ve bölücülük tehlikesi”ne o bildik laflarla pek değinmiyor. “Küresel tehdit”in yanında, onları anmıyor bile!

Sabah, 7.1.2007

Umur TALU

08.01.2007


 

Nereden nereye

80’li yılların ortalarına kadar “harem-selamlık” uygulamasını abartarak uygulayanlar, “Biz daha moderniz” diye hava atar oldular.

70’li yıllarda siyasi İslamcılarda ve dini cemaatlerde “kadın-erkek ilişkileri” şöyle şekillenmişti:

BİR: Harem-selamlık uygulaması had safhadaydı: Misafirliklerde erkekler ayrı odada, kadınlar ayrı odada otururdu.

İKİ: İki yakın arkadaş düşünün: Yedikleri içtikleri ayrı gitmiyor ama birbirlerinin eşlerini tanımıyorlar bile! Olay buraya kadar varmıştı.

ÜÇ: Başörtülü eşlerin kamu alanına çıkması söz konusu değildi. Cemaat önderlerinin ya da İslamcı siyasetçilerin eşleri tanınmazdı.

DÖRT: Mahrem alan abartıldıkça abartılırdı: Kadının adının anılması bile sakıncalı sayılırdı.

Hemen söyleyeyim: Bu tuhaf ve anti modern gidişata “Dur” diyen isim Tayyip Erdoğan oldu.

Refah Partisi’nin İstanbul ekibinin başındaki Erdoğan, 80’li yılların sonuna doğru, tamamen pragmatik nedenlerle, yani “Bu böyle gitmez, toplumdan kopuk bir şekilde oy almamız imkánsız” diyerek bir strateji değişikliğine gitti.

İslami camiada “kadının görünülürlüğü” de işte böyle başladı.

Kapı kapı dolaşıp propaganda yapan partili kadın timleri oluştu, harem-selamlık uygulaması gevşedi, kadınlarla erkekler bir arada toplantılar yapmaya başladı, başörtülü eşler kamu alanına çıktı, kadının adı anılır oldu vs...

Ve gel zaman git zaman, olay o kadar ilerledi ki...

80’li yılların ortalarına kadar “harem-selamlık” uygulamasını abartarak uygulayanlar, “Biz daha moderniz” diye hava atar oldular.

İşte görüyorsunuz, AKP’li “başı açık” bir kadın bakan çıkıp “modern yaşam tarzının biricik savunucusu” bir partinin liderini, “eşiyle kamu alanında görünmediği” için eleştiriyor.

Demek istiyor ki:

“Molla diye hor gördüğünüz liderimiz eşiyle her yere gidiyor, oysa en modern saydığınız liderin eşini kamu alanında göremiyoruz bile.”

Gel de 70’li yıllardan 2 binli yıllara “camia”daki bu muazzam değişimi görüp, “Vay be! Nereden nereye gelindi” diye iç geçirme...

Hürriyet, 7.1.2007

Ahmet HAKAN

08.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004