Anayasa Mahkemesi hukukó eşitliğe ilişkin yerleşik yorumunu, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun bazı maddelerini iptal eden son kararında da tekrar etmektedir. Buna göre, Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan ‘kanun önünde eşitlik’ ilkesi herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulmasını değil, fakat sadece aynı veya benzer durumda olanların aynı kurallara tabi kılınmalarını gerektirmektedir. Dolayısıyla, kişilerin konumlarına göre farklı kurallara tabi kılınmaları eşitlik ilkesine aykırı değildir.
Eşitlik konusuna bu yaklaşmakta prensip olarak bir yanlışlık olmamakla beraber, kanaatimce Mahkeme buradan hareketle ‘(k)imilerinin hukuksal konumlarından kaynaklı değişik kurallara bağlı tutulmaları(nın) (onların-M.E.) diğer çalışanlardan ayrıcalıklı duruma gelmeleri anlamına gelme’diğini belirtmek suretiyle acele bir sonuca ulaşmıştır. Çünkü farklılık otomatik olarak ‘aynı kurallar’dan ayrılmayı zorunlu kılmaz; bunun ayrıca gerekçelendirilmesi gerekir. Kişilerin konumları veya statüleri arasındaki farklılık özel olarak düzenlenen konuyla ilişkilendirmeden ve o farklılığın bu konuda niçin farklı kuralları gerekli kıldığı ikna edici biçimde açıklamadan böyle bir farklılaştırmayı temellendirmiş olmazsınız.
Başka bir ifadeyle, bir ‘gerekçe’nin gerçekten de gerekçe olması için ‘ilkeler’i tekrarlaması yeterli değildir; onların ayrıca hukukó bir muhakeme mantığı içinde somut olayın verilerine bağlanması da şarttır. Anayasa Mahkemesi’nin emeklilik bakımından memurların diğer çalışanlardan ayrı tutulması için gösterdiği gerekçe ise ikna edici değildir. ‘Emeklilik’ daha önceki statülerinin sona ermesinden sonra ilgili herkesin girdiği yeni ve ortak (yani, ‘aynı’) bir statü olduğuna göre, hala eski konumları esas alınarak memurların farklı bir düzenlemeye tabi tutulması niçin gerekli olsun?.. Yüksek mahkemenin bize, ‘memur emeklileri memur emeklileri oldukları için ayrı düzenlemeyi hak etmektedirler’ demek yerine, memurun emeklisinin neden diğer emeklilerden farklı olması gerektiğini açıklaması gerekir.
Ayrıca, yüksek mahkemenin memur emeklilerinin farklı bir düzenlemeye tabi tutulmaları ‘gereği’ni Anayasa’nın 128. maddesine dayandırması da isabetli değildir. Her şeyden önce, bu madde memurların memurluk statüsü içindeyken tabi olacakları hukukó rejimle ilgilidir. Kaldı ki, emeklilik konusunu, memurların kanunla düzenlenmesi gereken ‘diğer özlük işleri’ kapsamında düşünsek bile, bu, sözkonusu düzenlemenin memurlara özgü ayrı bir kanunla yapılmasını zorunlu kılmaz.
Anayasa Mahkemesi’nin kararı anayasa yargısının işlevi açısından da yanlıştır. Bu kararında mahkeme özetle diyor ki, emeklilik konusunda memurlar için farklı bir düzenleme yapılması anayasaya aykırı değildir. Yani, farklı düzenleme anayasal bir zorunluluk değil, olsa olsa bir ruhsattır. O zaman da bu bir iptal gerekçesi değil, tam aksine yasama organının takdir yetkisini genişleten bir durumdur. Dolayısıyla, kanunda en azından bu bakımdan iptale konu olacak bir durum yoktur.
Anayasa yargısının işlevi, belli bir yönde yasal düzenleme yapılabilecekken öyle yapılmadığı için yapılmış olan düzenlemeyi iptal etmek değildir. Mahkemenin işi yapılmış olanın anayasaya aykırı olup olmadığını denetlemektir. Teknik adıyla söylemek gerekirse, anayasa yargısı organları ‘pozitif yasama’ için değil (çünkü o yasama organının işidir), ‘negatif yasama’ için vardır.
Star, 4.1.2007
|