SAYIN Oktay Ekşi’nin yazısında okudum. Hukuk tarihimiz bakımından çok önemli ve sembolik bir olay. Oktay Ağabey’den dinleyelim:
“Merhum Prof. Dr. Muammer Aksoy önemli, bilgili ve ciddi bir hukukçu idi. Ama 1980 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimi krizi sırasında erken seçim isteyenlere karşı çıkarken, ‘Erken seçim Anayasa’ya aykırıdır’ diyerek herkesi şaşırtmıştı...” (Hürriyet, 2 Ocak 2006)
Ben şaşırmadım! Çünkü merhum Prof. Aksoy’un ve başka hukuk profesörlerinin “herkesi şaşırtan” birçok ‘fetva’larını biliyorum.
Demokrat Parti’nin 27 Mayıs cuntası kararıyla yargılanmasını sağlamak için de fetvalar vermişlerdi: “Doğal hakim ilkesine uymayan inkılap mahkemesi kurulabilir! Geçmişe yürüyen ceza kanunları çıkarılabilir! Bunlar aksi ispat edilinceye kadar suçludur!..”
Hukuk adına ordinaryüs profesörlerin, profesörlerin, hukuk fakültesi dekanlarının imzaladığı fetvalar! Ve ardından Yassıada’da ‘siyaseten katl’ kararları!
Yargının politizasyonu
Bunlar bazı hukukçunun kişisel yanılgıları değildi. Türkiye’deki hukuk eğitiminin ve ‘hukuk ideolojisi’nin dışavurumlarıydı.
27 Mayıs, yeni kurulan Anayasa Mahkemesi’ne ‘devrimci’ üyeler atadı ve Anayasa Mahkemesi de 1965 yılında “27 Mayıs’ı eleştirmek suçtur” diye karar verebildi!
1970’lerde merhum Ecevit seçim meydanlarında “Türkiye’de yargı devrimci, ilerici unsurların elindedir” diye konuşurken haklıydı! Yargı, seçilmiş AP iktidarına karşı siyasi muhalefet yapıyordu o yıllarda!
28 Şubat sürecinde yüksek yargının bazı mensupları Genelkurmay’a gidip ‘brifing’ aldılar, alkışlayarak dönüp adalet kürsülerine oturdular. Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, “Yargı 312. maddeyi zorlama yorumlarla uyguluyor” diyerek o dönemin gerçeğini tarihe tescil etti!
Türkiye ihtilal bildirileri gibi hazırlanmış siyasi iddianamelere aşina bir ülkedir maalesef!
Tarafsızlık felsefesi?
Halbuki, yargının temel vasfı “tarafsızlık”tır. Çünkü yargının işlevi, hem vatandaşların hem vatandaşla devletin arasında çıkabilecek ihtilaflarda “tarafsız hakem” rolü oynayarak adaleti, hürriyeti, toplumsal huzuru ve devlete güveni sağlamaktır.
Bizde ise hukuk eğitimi “tarafsızlık felsefesi” ile değil, “koruma ve kollama” ideolojisiyle oluşturuldu! “Yargı bağımsızlığı” kavramı da felsefi içeriğinden soyutlanarak bu siyasi misyonun ‘dokunulmazlığı’na dönüştürüldü!
Elbette artık 1960’larda değiliz... Türkiye 1980’lerin ortalarından itibaren dışa açılarak, AB sürecinde evrensel hukukla daha fazla ilişki kurarak “liberal tarafsızlık felsefesi” ile tanışmaya başladı.
Bir bakıma, hukuk kültürümüz, çok gecikerek de olsa, totaliter-jakoben Rousseau’nun dar kalıplarını aşarak “liberal tarafsızlık” ilkesinin filozofu John Locke ile tanışma sürecindedir; bunu akademik tez ve yayınlara bakarak da görmek mümkün.
Bizde de “yargının tarafsızlığı” kültürü, yetersiz de olsa, artık gelişiyor. Bakın, “Bu Meclis cumhurbaşkanı seçemez” şeklindeki siyasi görüşü Anayasa hükmü gibi göstermek ve cumhurbaşkanı seçiminde Anayasa Mahkemesi’ne görev yüklemek isteyen hukukçular, artık yine hukukçuların tepkisiyle karşılaşıyor.
Çok şükür hukuk kültürümüz artık eskisi kadar ‘tek fikirli’ değil.
Milliyet, 4.1.2007
|