Ağıt yakanlar da, sevinç çığlıkları atanlar da aynı dünyanın insanları. Başına geçirmek için kullanılacak siyah örtünün boynuna sarılması; gözlerindeki tevekkül ile karışık kararlılık idam görüntülerini seyredenleri etkiledi.
Ölümün soğuk yüzüyle karşı karşıya olmasına rağmen duruşu ve davranışları bir lidere uygundu. Ağzından çıkan son sözlere dair rivayet: “Irak’ın birliğini koruyun” vasiyeti, yine ölüm anında bile sorumluluğunu unutmayan bir önderin asaletini ifade ediyordu. Saddam’ın yüzü, söyledikleri ve arka fondakilerin tamamı bir efsanenin başlangıcı gibi göründü. Saddam idam edildi ve bir kahramana dönüştü. Demek ki, eli kanlı bir diktatörden bir kahraman çıkartmak için, başta ABD olmak üzere birçok uluslararası aktörün katkıda bulunması gerekiyor.
Saddam bir diktatördü. Ülkesini demir bir yumrukla ve kan dökerek yönetti. Hırsı, sadece kendi ülkesine değil bölgeye de kan ve ateş getirdi. ABD’nin Humeyni Devrimi’ni dize getirmek için kışkırttığı ve desteklediği, milyonlarca ocağı söndüren İran-Irak savaşını hatırlayalım. Bu savaşın Saddam’ın kişisel hesabı dışında hiçbir anlamı olmadığını, uzun savaş yıllarından sonra tek karış toprağın bile el değiştirmemesi gösterdi. Kuveyt’in işgali yanlış bir hesaptı, Washington’dan geri döndü. Bu savaş, aynı zamanda Soğuk Savaş sonrası ABD hegemonyasının başlangıcına da gebelik yaptı. Saddam’ın Irak’ın lideri olarak tetiklediği ve icra ettiği işler ilkesiz, acımasız ve sınır tanımayan bir diktatörün teşebbüsleri idi. Türk halkı bu acımasızlıkla, sınırlarımıza dayanan Kuzey Irak Kürtleri ve Halepçe katliamının iç burkan fotoğrafları ile tanıştı. Türkiye’de yaşayan Irak Türkmen diasporası ile konuşabilenler, bu acımasızlığa dair daha somut bilgilere sahipti. Hepsi şüphe üzerine veya korku salmak için idam edilen insanlara dairdi. Diktatörlerin insan hayatına hiç değer vermediklerine dair yaşayan somut kanıtlardan biri Irak lideri Saddam Hüseyin’di.
Saddam Hüseyin’in idamına üzülenler de, sevinenler de aslında bir Hollywood filmi kadar sahte ve yabancı bir senaryonun esiri oluyorlar. Saddam’ın üzerinden başka mutfaklarda hazırlanmış, sahibi ve faili başkaları olan bir oyunun tarafı haline geliyoruz. Sonuçlara takılıp, tarihin asıl dinamiklerini gözden kaçırıyoruz. Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı sonrasında terk ettiği üç vilayetten (Basra, Bağdat ve Musul), Irak adıyla bir devlet çıktı. Tıpkı Şam vilayetinin, bazı kısımlarından ayrılarak Suriye devleti olması gibi. Her iki devletin başına, o ülkelerin azınlığına dayanan baskıcı yönetimler getirildi. Saddam’a benzer katliamları Hafız Esad’ın Suriye’de Sünnilere yapması (Hama katliamı gibi) aynı sebepten, azınlık diktasının ancak yaygın bir şiddetle iktidarını sürdürebilmesinden kaynaklanıyordu. Öyleyse şunu unutmamalıyız: I. Dünya Savaşı sonrasında sınırları çizilen ülkelerde yaşananlar, o topraklarda yaşayan insanların veya halkların fail olarak yer aldığı bir tarihi yaşamadılar.
Saddam’ın idamı, I. Dünya Savaşı’nın galiplerinin Ortadoğu’da kurdukları düzenin sona ermesi anlamına geliyor. İdam edilen Saddam değil, o toprakların 20. yüzyılda yaşadığı tarihin kendisi. Saddam’ın idamının yansımaları ilk önce Suriye’de, akabinde Suudi Arabistan’da ve yavaş yavaş Mısır’da görülecek. Saddam idam edildikten sonra Suriye’deki İhvancıları kim, nasıl engelleyebilir? Bölgede azınlık yönetimine dayanan kanlı diktatörlükler nasıl sürdürülebilir? Saddam modelinin Irak’ta yeniden kurulması ne kadar imkansız ise, bölgedeki statükonun sürdürülmesi de o kadar imkansız.
Saddam’ı Saddam yapan ben değildim, benim tarihim değildi. Saddam’ı idam eden de ben değilim. Saddam’ın döktüğü kan da, tek başına Saddam’ın eseri değildi. İdam kararını veren mahkeme ve Saddam’ı darağacına götüren cellatlar da ancak Saddam kadar Irak’ı temsil edebilirdi. Batı bir asra uzanan bölgedeki kendi tarihini Bağdat’ta sona erdirdi. Yas tutacak olanlar da, sevinecek olanlar da önce onlar olmalı. İdam edildiği için kahraman olan efsane bir liderle değil, sona eren bir tarihle karşı karşıyayız. Asıl sorumuz şu olmalı: Şimdi başlayan tarih, kimin eseri olacak?
Zaman, 02.01.2007
|