Genel Yayın Müdürümüz Kâzım Güleçyüz hakkında, E. Org. Doğu Aktulga için yazdığı bir yazıdan dolayı vârisleri adına açılan dâvâda Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verilen toplam 10.5 bin YTL manevî tazminata mahkûmiyet kararı, Yargıtay 4. Hukuk Dairesince onandı. “Eksik incelemeye dayalı, hak ve nesafete, usul ve yasaya aykırı” olduğu gerekçesiyle bozulması istenen kararın onanması, 4. Dairenin başka basın dâvâlarında verdiği “özgürlükçü” kararlarla çelişiyor.
Bozulan kararlar
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi geçtiğimiz günlerde Yeniçağ ve Posta gazeteleriyle Milliyet yazarı Hasan Pulur hakkında verilen tazminat kararlarını, “Siyasal kişileri eleştirmek basının görevidir. Basında yayın konusu olan haber objektif oldukça, doğru olaylara dayandıkça ve doğru amaca yönelik bulundukça, eleştiri sert, kırıcı ve küçük düşürücü olabilir. Basın o anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından sorumlu tutulmamalıdır” gibi gerekçelerle bozmuştu.
Farklı muamele mi?
4. Hukuk Dairesinin Güleçyüz’le ilgili kararının, siyasîlere yönelik eleştirilerde “sert, kırıcı ve küçük düşürücü” yayınları dahi basın özgürlüğü kapsamında görürken, eleştiriler özellikle askerî bürokrasiye yöneldiğinde bu yorumu geçerli saymayan bir anlayışı yansıttığı belirtiliyor ve bu anlayışla kendisini gösteren “çifte standart”ın, adaletin tarafsızlığı ilkesiyle bağdaşmadığına dikkat çekiliyor. Ayrıca “Gazetelere, dünya görüşlerine göre farklı muamele mi yapılıyor?” sorusuna cevap isteniyor.
Tazminata mahkûm olan yazı
1999 Ağustos Şûrâsında emekli olduğunda Ege Ordu Komutanıydı. O göreve Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığından gelmişti. Öncesinde ise Harbiye’nin başındaydı.
1988-91 yılları arasında Kara Harp Okulunu yönetirken okulda nasıl amansız bir terör estirdiğini ve öğrenciler arasında kurduğu GESTAPO benzeri bir hafiyelik mekanizması ile harbiyelilerin içine nasıl bir fitne soktuğunu 1995 Temmuz’unda yazmıştık.
Bu mekanizma dindar öğrencileri takip ve tasfiye için kurulmuş ve maalesef etkili bir şekilde işletilmişti. Görevlendirdiği “hafiye” öğrenciler, “cami grubu, cami tayfası” olarak niteledikleri dindar öğrenciler hakkında hafta sonunda hangi camiye gittikleri, nerede ve nasıl namaz kıldıkları, kimlerle görüştükleri, hangi kitapları okudukları gibi konularda ayrıntılı raporlar hazırlamışlar ve ardından bunlara dayalı “tasfiye”ler yapılmıştı.
Sadece Harbiyede değil, Kara Kuvvetleri genelindeki “irtica” tasfiyelerinde de onun ekibi etkili olmuştu. Tümgeneral Celil Gürkan’ın 9 Mart 1971’deki başarısız darbe girişiminde kuryelik görevi üstlendiği söyleniyor; 80’li-90’lı yıllarda da ordu içinde gayri resmî bir “komite” kurduğu ve teğmenden generale kadar çeşitli rütbelerdeki subaylardan oluşan bu komiteyle sürekli bir irtibat ve iletişim halinde olduğu ifade ediliyordu.
Bu gibi oluşumlar için en çarpıcı değerlendirmeyi, 12 Eylül döneminin meşhur askerî savcısı, emekli hakim albay Süleyman Takkeci yapmıştı. DİSK dâvâsıyla adını duyuran, daha önce 1971 cuntasını da soruşturmuş olan Takkeci, ordu içerisindeki yeni cuntalara dikkat çekiyor ve vefatından önce verdiği ilk ve son röportajda şöyle diyordu:
“Türk Silâhlı Kuvvetleri içinde her zaman darbe yapmak için fırsat kollayan bir grup mevcuttur. Hattâ bir zümrenin yine Kemalizm maskesi altında faaliyet yaparak, kendilerine yeni taraftarlar bulmaya çalıştıkları istikametinde zaman zaman duyumlarımız olmuştur.” (Zaman, 13 Temmuz 1995)
Bu tesbit ve ikazların boşuna olmadığı, 28 Şubat sürecinde yaşanan gelişmelerle açığa çıkmış; dönemin Genelkurmay Başkanı “Nizamiye kapısından döndük” diyebilmişti.
O, ordu yönetimini ve ülkeyi böyle bir tazyik ve sıkıntı ile karşı karşıya getiren isimlerin belli başlılarından biriydi. Ve son görevi olan Ege Ordu Komutanlığı sırasında da mülkî idarecilere büyük sıkıntılar yaşatmıştı.
Emekli olmasını “aktif mod’dan sivil-asker mod’u olan pasif mod”a geçiş olarak nitelemiş; beynini “Atatürkçü düşünce sistemiyle şarj eden” bir kişi olarak, 10. yıl marşı okunurken cömertçe akıttığı gözyaşlarıyla hafızalarda iz bırakmış; giderayak “laiklik ve bilim” nutukları atıp “Şeriat tehdidi”nden dem vurmuş; yöneticileri yetersizlik, umursamazlık ve tehdit algılamada beceriksizlikle suçlamış; demokrasi ve özgürlüklere çatmıştı.
İsmi son olarak “KKTC ve Denktaş’a destek” adı altında örgütlenen AB ve demokrasi karşıtı ulusalcı cephe listelerinde görüldü.
Bunların tümü onun için artık geride kaldı.
O bugün Kocatepe’deki musalla taşında...
Yeni Asya, 27.1.2004
|