Şaka herhalde:
Derler ki, Devlet Demir Yolları rezervasyon ofisini aradığınızda telefon bağlanana kadar fon müziği olarak tanıdık bir türkü çalarmış:
“Kara tren gecikir, belki hiç gelmez...”
Gecikeceği kesin, gelmemesi muhtemel bir trene rezervasyon yaptırmak akıl işi değildir pek...
Durum bizim AB trenine benziyor aynen...
AB’nin ısrarla çaldırdığımız rezervasyon ofisi telefonu da aynı türküyü çalıp duruyor:
“Kara tren gecikir, belki hiç gelmez...”
***
“Uzun ince bir yola çıktı”, “Kaza yaptı”, “Raydan çıktı” derken bizim Şark ekspresi durdu.
Belli ki hedefe gecikecek, belki de hiç erişemeyecek.
Bu bekleyişin sonunda yeniden yürüyüşe geçer mi, geri mi döner yoksa makas mı değiştirir; bunu da zaman gösterecek.
Ama bilinen o ki Türkiye’deki Avrupa karşıtları ile Avrupa’daki Türkiye karşıtlarının elbirliğiyle hazırladığı bu “kaza”nın çok ciddi siyasi yansımaları olacak.
***
Artık vah vahlanmanın âlemi yok.
Ancak ne kadar süreceğini kestiremediğimiz bu bekleyiş döneminde yapabileceğimiz bir şey var.
Hani hep “Tam üyeliğin gerektirdiği reformları Avrupa dayattığı için değil, kendi çıkarımız için yapmalıyız” diyorduk ya...
“Ama sıkıştırmadıkça yapmıyorsunuz” diyen Batılılara da “Sizin baskılar gururumuzu incitiyor da ondan” cevabını veriyorduk.
Zaten gururumuz baskılardan incindiği kadar, yolsuzluklardan, kirli atıklardan, Boğaz talanından, bütçe açığından, düşünce yasağından, işkenceden, idamdan da incinseydi AB’ye gerek kalmayacaktı.
İşte artık baskı filan yok.
Ne katı kriterler var, ne bunlara dair sıkı bir takvim...
Tamamen serbestiz.
***
Madem öyle, gelin şu iddiamızı test edelim.
AB’nin itelemesiyle başlattığımız reform programına “kendi halkımızın yararı için” AB’siz devam edelim.
Kıbrıs’a bir çözüm bulalım.
Resmi görüşten farklı fikir beyan edeni “Devlete hakaret ettin” diye yargılamaktan vazgeçelim. 301. maddeyi kaldırıverelim.
Avrupa’dan heyet gelecek kaygısı olmadan işkenceyi önleyelim.
Açıkları kapatıp bütçeyi denkleyelim.
AB, içtiğimiz sütün hangi inekten geldiğini, nerede, hangi işlemden geçirildiğini belirleme koşulu getiriyordu; şunu biz yapıverelim.
Şikâyetini anlatacak merci bulamayan tüketiciye hakkını, yıllarca mahkemelerde sürünen davacıya adil ve acil yargılama standardını getirelim.
Fikri mülkiyet haklarını AB’siz sağlayalım; korsanlığı boğalım.
Boğaz’da talana son verecek, zehirli atıkları denetleyecek bir çevre reformuna imza atalım.
***
Bunları yaparsak, (yani öğrenci tabiriyle) sınav yokken de ders çalışırsak, zaten AB’ye ihtiyacımız kalmamış demektir.
O zaman Batı davetiye çıkardığında dik bir alınla “Bir dakika. Ben referandumla halkıma sormak zorundayım” diyebilir, içimize sinmiyorsa tam üyeliği gönül rahatlığıyla reddedebiliriz.
Şimdi trenin kumandası “AB’ye ne hacet. Biz bunları halkımız için yaparız” diyenlerde...
AB karışmıyor artık.
Haydi!
Hodri meydan!
Milliyet, 5.12.2006
|