Dün Finlandiya’dan gelen iki haber, Türkiye’nin Avrupa Birliği ilişkilerinde bir duraklama, ya da tatil döneminin başladığını ilan ediyordu. Bu aynı zamanda 11-12 Aralık’ta yapılacak AB Dışişleri Bakanları toplantısında Kıbrıs nedeniyle Türkiye’yi bekleyen en kötü senaryo ile karşılaşılmayacağını da gösterdi.
Bu iki haberden sabah saatlerinde geleni, Finlandiya Dışişleri Bakanı Erkki Tuomioja’nın, beş aydır sürdürdükleri Kıbrıs diplomasisinden sonuç alınmadığının ilanı oldu. Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanı Tasos Papadopulos’un ısrarıyla plana Maraş’ın dahil edilmesi, tahmin edilen etkiyi göstermiş, planı suya düşürmüştü.
Belki de Kıbrıs Rumlarının AB’yi rehin alıcı tutumunun sabırları taşırmaya başladığının bir göstergesi olarak öğleden sonra yine bir Finlandiyalı diplomatın ağzından ikinci haber geldi. AB Genişleme Komiseri Olli Rehn, Türkiye’nin AB ile müzakere sürecinin “durmayacağını, ama yavaşlayacağını” açıkladı.
Bunun anlamı, AB Dışişleri Bakanlarının, AB Komisyonu’na, Kıbrıs Rum ve Yunanistan hükümetlerinin isteği doğrultusunda Türkiye’ye liman ve havaalanlarını Kıbrıs Rum uçak ve gemilerine açmaması durumunda yeni bir müzakere başlığının açılmayacağı ültimatomu verilmesini önermeyeceği. Yani müzakerelerin, kısmen ya da tamamen dondurulması resmileştirilmeyecek. Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan’ı bu formüle ne ikna etmiş olabilir? Muhtemelen Gümrük Birliği ile doğrudan ya da dolaylı fasıllar üzerine müzakereler açılmayacak. Bunların sayısı üzerine 3 ila 20 arasında değişen yorumlar yapılıyor. En çok yedi-sekiz tahmini yapılıyor. Ama, Rehn’in sözlerinden bu konuda resmi karar alınıp alınmayacağı açık değil.
Muhtemelen alınmayacak. Ancak Türkiye’ye Ek Protokol’deki imzanın gereği liman ve havaalanları açılmadığı sürece ilgili fasıllarda ilerleme sağlamanın güçlüğü üzerine bir uyarı gelecek.
Yani, 12 Haziran 2006’da Bilim ve Araştırma faslında müzakerenin açılıp kapanmasından bu yana müzakerelerin fiilen buzdolabına kaldırılmış hali devam edecek.
Belki bu durumun yumuşatılması için, diyelim Türk Ceza Yasası’nın 301’inci maddesinin değiştirilmesi, ya da buna benzer ilerleme adımları atıldığında, aç-kapaya uygun durumdaki fasıllardan biri, örneğin Eğitim ve Kültür faslı açılıp kapanacak. Bu arada tarım, çevre gibi daha alınacak çok yol olan (bu iki fasılda AB müktesebatıyla uyum yalnızca yüzde 40 civarında. Ama örneğin Dış Politika’da bu oran yüzde 96) fasıllarda teknik-bürokratik çalışma devam edecek.
Ama o kadar.
Gerçekçi bir değerlendirme yapılacak olursa, AB’de de, Türkiye’de de 2007 yılının fazla ilerleme sağlamaya uygun bir yıl olmadığı görülebiliyor aslında.
AB’nin gündeminde, ara sıra ortaya çıkan ve karar mekanizmaları dışında kimsenin umurunda olmayan Kıbrıs sorunu dışında Türkiye yok. AB’nin gündeminde kendi geleceğine ilişkin ağır sorunlar var. Rusya ile stratejik önem taşıyan enerji anlaşması üzerinde Almanya’nın ısrarına karşın anlaşma sağlanamıyor. Almanya gibi kurucu üyelerden olan İtalya, Para Birliği’nden çıkmak istiyor. Anayasa’nın yine kurucu üyelerden Fransa’daki referandumla reddedilmesiyle ortaya çıkan yönsüzlük, AB’yi giderek uluslararası bir oyuncu olmaktan uzaklaştırıyor. Ayrıntıda daha pek çok sorun var. Tabii bir de Irak ve İran üzerine ortak görüş oluşturamama gibi makro ‘ayrıntılar’ var.
Türkiye ise önümüzdeki yıl iki önemli seçim yaşayacak. Mayısta Cumhurbaşkanı, kasımda Meclis yenilenecek. Siyasi gerilim, her seçim döneminde olduğundan daha yüksek olmaya aday; bunun temel nedeni laiklik tartışmaları olacak gibi görünüyor. ABD ile Ermeni soykırımı yasa tasarısı, PKK ve yıl sonuna doğru Kerkük nedeniyle ayrı boyut kazanacak Irak sorunları kapıda.
Dolayısıyla hükümet açısından, özellikle de AB gibi kısa dönemde siyasi kazanç getirmeyecek bir konuda büyük adımlar atılacak bir yıl gibi durmuyor 2007.
Rehn’in bugünkü sözlerini bu tablonun üzerine koyduğumuzda, 2007’nin Türkiye-AB ilişkilerinde düşük vitesle geçilecek bir yıl, ilişkilerin dinlenmeye bırakılacağı bir tatil yılı olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Radikal, 28.11.2006
|