Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Atilla Yayla’ya karşı icra edilen linç operasyonu üzüntü verici, hayal kırıklığı yaratan ve ümit kırıcı bir davranış olmanın ötesinde Türk aydının ilkesel duruş ve demokrasi prensipleri karşısındaki konumunu bütün açıklığıyla ortaya koyan bir örnek olay olmuştur.
Atilla Yayla ile ilgili haberler medyaya yansıdığında, hoş bir tesadüf, kendisinin Liberal Düşünce’nin son sayısındaki (sayı:43, Yaz 2006) KÜRT MESELESİNE LİBERAL BİR BAKIŞ başlıklı makalesini okumuştum. Yazıda Atilla Bey, soruna ilişkin yedi ayrı çözüm alternatifini ele alıyor ve analiz etmeye çalışıyordu. Liberal siyaset felsefesi açısından doğrular ve yanlışları tartışarak çözüm ararken dikkat edilmesi gereken genel ilkeleri değerlendiriyordu.
Atilla Beyin İzmir’deki toplantıda yaptığı konuşmada dile getirdiği düşünceler ilk defa ifade edilmiş değil. Onun düşüncelerini kitap, makale ve gazete yazılarından takip edenler siyaset ve güncel sorunlarla ilgili ne düşündüğünü bilirler. Eğer bir Türk liberal düşüncesi varsa bunda Atilla Beyin katkısının ne olduğunu herkes biliyor.
Atilla Beyi İzmir’de yayınlanan bir gazetenin “hain” olarak manşetlere taşıması ve arkasından ulusal gazete ve medya organlarının araştırmaksızın habere atlamaları öncelikle Türk medyasının “sefil” durumunu yansıtması bakımından ibret vericidir. Bir gazete muhabiri, bir toplantıda belli konulardaki düşüncesini açıklayan saygın bir bilim adamını, ne söylediğini anlamadan kafasındaki dar kalıplarla rahatlıkla “hain” olarak suçlayabilmekte ve gazete manşetlerine çekerek hedef gösterebilmektedir. Hatırlarsanız bir ulusal gazete Danıştay’ın verdiği bir karar nedeniyle karar verenleri sayfasına taşımıştı. Gazetenin bu eylemi, “ağır medya” tarafından hedef gösterme olarak değerlendirilmişti, hatta savcılık olaya el atmıştı.
Peki Atilla Beyin “hain” diye manşete çekilmesiyle sözünü ettiğim bu olay arasında ne fark var? Sadece aktörler farklı! Türk medyasının ilkesel davranmadığı bu olayla da kanıtlanmıştır. Şaşılacak bir şey yok…
Bir diğer önemli nokta, Atilla Beyin çalıştığı üniversite rektörü tarafından derslere girmesine son verilmesi ve soruşturma açılmasıdır. İlgili rektör bir yandan derslerine son verirken diğer yandan da Atilla Beyin kendisinden önceki dönemde profesörlüğe yükseltilip siyaset ve sosyal bilimler profesörlüğüne atandığını söylemesi dikkat çekiciydi. Sayın Rektör, kendi döneminde Atilla Bey gibi bir kişinin profesörlüğe atanamayacağını ima etmektedir. Türkiye’de akademik yükseltilmelerin nasıl bir keyfilik ve ideolojik tercihlere göre yürütüldüğünü göstermesi bakımından önemli. Sayın Rektör acaba Atilla Beyin yayınları, çalışma ve araştırmaları, akademik başarıları konusunda herhangi bir bilgi sahibi mi?
Aslında ilgili rektörün yapması gereken öğretim üyesine sahip çıkması ve çağdaş toplumlar için temel bir ilke olan ifade özgürlüğünü savunmasıydı. Üniversite rektörü ifade özgürlüğünün yanında durmayacaksa üniversite niçin vardır?
Atilla Beyin maruz kaldığı muamelenin görsel ve yazılı medyadaki tartışmaların bakıldığında nerede ise herkesin ifade özgürlüğü konusunda olumlu şeyler söylemelerine rağmen ama ile başlayan cümlelerle bu özgürlüğün nasıl bir sınır ve kayıt altında tutulmak istendiği bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin hala belli türdeki düşüncenin ifadesine imkan verirken belli türdeki düşüncelerin ifadesine tahammül edilememesi bu konuda daha çok alınması gereken yolun olduğunu göstermektedir. Atilla Beyin, muhalifler tezlerimi çürütür ve beni ikna ederlerse kanaatlerimi değiştiririm, anlamındaki sözleri karşısında gerçek bilim ve düşünce adamlarının düşünce ve tezlerini eleştirmeleri gerekirken onu terörize etmeye yönelmeleri hala bir düşünceyi tartışma adabından ne kadar uzak olduğumuzu göstermiyor mu?
Yeni Şafak, 28.11.2006
|