Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 29 Kasım 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Üniversite nasıl bir yerdir?

‘Üniversitelerimizde entelektüel liderlerimize deli gömleği giydirmeye çalışmak, ulusumuzun geleceğini tehlikeye atar... Şüphe ve güvensizlik atmosferinde bilim yeşeremez. Öğretenler ve öğrenciler araştırmada, çalışmada ve değerlendirmede.. daima özgür kalmalıdırlar; aksi halde uygarlığımız atıl kalır ve ölür.’

(Başyargıç Warren,

New Hempshire, 1957)*

Gazi Üniversitesi Rektörü’nün, Prof. Dr. Atilla Yayla’yı Kemalizm’le ilgili ifadelerinden dolayı cezalandırdığını duyduğumda, aklıma bu satırlar geldi. Onun tam olarak ne söylediğini anlamak için ses bantlarının dinlenmesini dahi beklemeden, basından duyduklarıyla harekete geçen ve onun ders verme yetkisini elinden alıp cezalandıran rektörün anlayışı ile bu abidevi özgürlük savunusunu kaleme alan Başyargıç Warren’ın anlayışını karşı karşıya koydum. Ve ülkedeki akademik özgürlük adına üzüldüm.

Ama umutlu olmamız için sebepler de var. İlk günler, olayın sıcaklığı içinde tartışılması gereken asıl sorunun ifade özgürlüğü ve onun bir parçası olarak akademik özgürlük olduğunu anlamayıp, Gazi Rektörü gibi tartışmayı onun söylediklerinin içeriğine veya üslubuna indirgeyenler oldu. Ama demokratik kamuoyunun etkisini hissetirmesiyle ve basındaki her kesimden demokratik kalemlerin ışık tutmasıyla birlikte, bugün sorunun esas olarak bir akademik özgürlük sorunu olduğu daha iyi anlaşılmış görünüyor.

Özellikle farklı siyasi görüşten öğrencilerinin, demokratik bir duyarlılıkla bir araya gelerek hocalarının ifade özgürlüğünü savunmak için ortak destek bildirileri kaleme almış olmaları, meselenin özünü bazı hocalarından çok daha yetkin biçimde kavradıklarını göstermesi açısından umut verici.

Elbette hálá ‘böyle de söylenir mi, üniversitede bu fikirler olur mu’ diyenler de var. Müzmin demokrasi karşıtları veya kendisini demokrat zanneden ama pek de öyle olmayanlar bir yana, bu tür fikirleri dile getirenlerin bir bölümü ise gerçekten üniversite kavramından haberdar değil. Örneğin bir gazeteci ‘üniversite Hyde Park mıdır’ diye soruyor.

Evet, üniversite öyle bir yerdir. Evrensel bir bilim ortamıdır üniversite. Orada düşünce suçu olmaz, resmi doğrular, sorgulanmaz ideolojik yargılar olmaz. Orada liberali, Marksisti, feministi, hepsi vardır. Hoşumuza gitsin gitmesin, böyledir.

UNESCO da 1950’de üniversitenin taşıması gereken üç ana özellikten birini ‘muhalif kanaatlere hoşgörü göstermek ve siyasal müdahalelerden masun olmak’ şeklinde belirlemiştir. Orada akademik özgürlük vardır; ve bu yüzden üniversite, ‘heterodoks fikirlerin ve alışık olunmayan davranışların’ diğer alanlardakinden daha fazla bir özel koruma görmesi gereken bir yeri ifade etmektedir (D. Kennedy).**

(...) Eğer Türkiye’de gerçekten evrensel standartlarda bir bilim ortamı isteniyorsa, evrensel anlamda üniversite de kabul edilmeli. Yoksa ‘bize özgü demokrasi’ gibi onun da içini boşaltıp kendimizi kandırmaya devam ederiz.

* Standler, R. B., http://www.rbs2.com /afree.

** Kennedy, Donald, Academic Duty, 1998.

Star, 28.11.2006

Berat ÖZİPEK

29.11.2006


 

İfade özgürlüğünün neresindeyiz?

Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Atilla Yayla’ya karşı icra edilen linç operasyonu üzüntü verici, hayal kırıklığı yaratan ve ümit kırıcı bir davranış olmanın ötesinde Türk aydının ilkesel duruş ve demokrasi prensipleri karşısındaki konumunu bütün açıklığıyla ortaya koyan bir örnek olay olmuştur.

Atilla Yayla ile ilgili haberler medyaya yansıdığında, hoş bir tesadüf, kendisinin Liberal Düşünce’nin son sayısındaki (sayı:43, Yaz 2006) KÜRT MESELESİNE LİBERAL BİR BAKIŞ başlıklı makalesini okumuştum. Yazıda Atilla Bey, soruna ilişkin yedi ayrı çözüm alternatifini ele alıyor ve analiz etmeye çalışıyordu. Liberal siyaset felsefesi açısından doğrular ve yanlışları tartışarak çözüm ararken dikkat edilmesi gereken genel ilkeleri değerlendiriyordu.

Atilla Beyin İzmir’deki toplantıda yaptığı konuşmada dile getirdiği düşünceler ilk defa ifade edilmiş değil. Onun düşüncelerini kitap, makale ve gazete yazılarından takip edenler siyaset ve güncel sorunlarla ilgili ne düşündüğünü bilirler. Eğer bir Türk liberal düşüncesi varsa bunda Atilla Beyin katkısının ne olduğunu herkes biliyor.

Atilla Beyi İzmir’de yayınlanan bir gazetenin “hain” olarak manşetlere taşıması ve arkasından ulusal gazete ve medya organlarının araştırmaksızın habere atlamaları öncelikle Türk medyasının “sefil” durumunu yansıtması bakımından ibret vericidir. Bir gazete muhabiri, bir toplantıda belli konulardaki düşüncesini açıklayan saygın bir bilim adamını, ne söylediğini anlamadan kafasındaki dar kalıplarla rahatlıkla “hain” olarak suçlayabilmekte ve gazete manşetlerine çekerek hedef gösterebilmektedir. Hatırlarsanız bir ulusal gazete Danıştay’ın verdiği bir karar nedeniyle karar verenleri sayfasına taşımıştı. Gazetenin bu eylemi, “ağır medya” tarafından hedef gösterme olarak değerlendirilmişti, hatta savcılık olaya el atmıştı.

Peki Atilla Beyin “hain” diye manşete çekilmesiyle sözünü ettiğim bu olay arasında ne fark var? Sadece aktörler farklı! Türk medyasının ilkesel davranmadığı bu olayla da kanıtlanmıştır. Şaşılacak bir şey yok…

Bir diğer önemli nokta, Atilla Beyin çalıştığı üniversite rektörü tarafından derslere girmesine son verilmesi ve soruşturma açılmasıdır. İlgili rektör bir yandan derslerine son verirken diğer yandan da Atilla Beyin kendisinden önceki dönemde profesörlüğe yükseltilip siyaset ve sosyal bilimler profesörlüğüne atandığını söylemesi dikkat çekiciydi. Sayın Rektör, kendi döneminde Atilla Bey gibi bir kişinin profesörlüğe atanamayacağını ima etmektedir. Türkiye’de akademik yükseltilmelerin nasıl bir keyfilik ve ideolojik tercihlere göre yürütüldüğünü göstermesi bakımından önemli. Sayın Rektör acaba Atilla Beyin yayınları, çalışma ve araştırmaları, akademik başarıları konusunda herhangi bir bilgi sahibi mi?

Aslında ilgili rektörün yapması gereken öğretim üyesine sahip çıkması ve çağdaş toplumlar için temel bir ilke olan ifade özgürlüğünü savunmasıydı. Üniversite rektörü ifade özgürlüğünün yanında durmayacaksa üniversite niçin vardır?

Atilla Beyin maruz kaldığı muamelenin görsel ve yazılı medyadaki tartışmaların bakıldığında nerede ise herkesin ifade özgürlüğü konusunda olumlu şeyler söylemelerine rağmen ama ile başlayan cümlelerle bu özgürlüğün nasıl bir sınır ve kayıt altında tutulmak istendiği bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin hala belli türdeki düşüncenin ifadesine imkan verirken belli türdeki düşüncelerin ifadesine tahammül edilememesi bu konuda daha çok alınması gereken yolun olduğunu göstermektedir. Atilla Beyin, muhalifler tezlerimi çürütür ve beni ikna ederlerse kanaatlerimi değiştiririm, anlamındaki sözleri karşısında gerçek bilim ve düşünce adamlarının düşünce ve tezlerini eleştirmeleri gerekirken onu terörize etmeye yönelmeleri hala bir düşünceyi tartışma adabından ne kadar uzak olduğumuzu göstermiyor mu?

Yeni Şafak, 28.11.2006

Davut DURSUN

29.11.2006


 

Onlar laik, herşeyin en iyisine lâyık!

Atilla Yayla’yı bir konferansı yüzünden üniversiteden attılar, ormanın katline olur raporu veren koca profesörlere seslerini çıkarmıyorlar.

Acarİstanbul talanına 2002’de olur raporu veren Türkiye’nin önde gelen bilirkişilerinin isimleri dün gazetelerde yayınlandı.

Yıldız Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Galatasaray Üniversitesi gibi anlı şanlı okullarımızda ders veren isimler var.

Prof. Yayla’yı bir günde kürsüsünden eden sistem, bu profesörleri sorgulamıyor bile. Çünkü onlar orman kesimine onay veriyor. Sistemin çevresini bozuyor ama çehresini tartışmıyorlar.

10’ncu Yıl Marşı’nı söylerken ağlıyorlardır mutlaka, 10 Kasım’larda da. Ama iş ormana gelince yurtseverlik falan kalmıyor. Herşey uygun oluyor.

Yayla’yı cezalandırıyorlar ama böyle bir talanın olur raporunu verenlere “Bu ne iş” diye bile sormuyorlar.

Çünkü onlar “laik”.

İstanbul Üniversitesi gibi sistemin yılmaz bekçisi bir kurumda görev yapıyorlar. İstedikleri gibi rapor verirler kimse onlara karışamaz.

Sabah, 28.11.2006

Ergun BABAHAN

29.11.2006


 

Güncelleyelim dostlar, irticayı sürekli güncelleyerek ancak var olabiliriz

Bizde sanmıştık ki, Malatya’da Öğretmenler Günü dolayısıyla yapılan törende karşımıza çıkan “başörtülüler dışarı” anonsunu oradaki işgüzar bir görevli yaptı.

Meğer “Türbanlılar dışarı” anonsunu 2.Ordu Garnizon Komutanı Tümgeneral Alaeddin Örsal yaveri aracılığı ile yaptırmış. Bu olay, “Destur laik var” alaycılığına kurban edilemeyecek kadar ciddi bir olaydır!

Bu olay, milletin türbanına başörtüsüne karşı takınılan tavrın ne anlama geldiğini, kaynağını nereden aldığını, bu insanlara niçin zenci muamelesi yapıldığını açıklamaya yarayan bir iyot vazifesi görmekte, olayın devlet-halk ilişkisi bağlamında bütün vahametini ortaya dökmektedir. Şöyle ki: Laiklik denilen şey Türkiye’de halkı idari merkezden uzak tutmak için kullanılan bir ideolojidir.

Türbanın karşıtları tarafından sembol ilan edilmesi de bu yüzdendir. Çünkü türban ya da başörtüsü sizin kimliğinizle, mensubiyetinizle ilgili karşı tarafa bilgi ileten bir araçtır. Türban aynı zamanda çevrenin çoğunluğunu da ifade etmektedir.

Artık türbana karşı çıkmak bir kısım askerler için toplum üzerinde etkinlik aracı olarak ve merkeze selam vermek amacıyla kullanılmaktadır. Bundan dolayı Türban baskısı olan herhangi bir yerden, mesela üniversiteden, ya da faşist tanımlama biçimiyle kamusal herhangi bir yerden türbanı çıkarmadığı için uzak kalmak aynı zamanda merkezi terk etmek anlamına da gelir!

Size sadece tek seçenek bırakıyorlar. Bu tek seçeneğin her iki ucu da onların amacına hizmet ediyor. Türban konusundaki çelişki de budur. Eğer türbanınızı çıkarmadan bu toplumda var olmak istiyorsanız hep kendi çevrenizde varolabilirsiniz. Merkezden uzak durursunuz.

Bu, zenci muamelesini kendi rızanızla hak ediyorsunuz demektir.

Bugün, 28.11.2006

Nuh GÖNÜLTAŞ

29.11.2006


 

AB ile ilişkilerde 2007 tatili

Dün Finlandiya’dan gelen iki haber, Türkiye’nin Avrupa Birliği ilişkilerinde bir duraklama, ya da tatil döneminin başladığını ilan ediyordu. Bu aynı zamanda 11-12 Aralık’ta yapılacak AB Dışişleri Bakanları toplantısında Kıbrıs nedeniyle Türkiye’yi bekleyen en kötü senaryo ile karşılaşılmayacağını da gösterdi.

Bu iki haberden sabah saatlerinde geleni, Finlandiya Dışişleri Bakanı Erkki Tuomioja’nın, beş aydır sürdürdükleri Kıbrıs diplomasisinden sonuç alınmadığının ilanı oldu. Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanı Tasos Papadopulos’un ısrarıyla plana Maraş’ın dahil edilmesi, tahmin edilen etkiyi göstermiş, planı suya düşürmüştü.

Belki de Kıbrıs Rumlarının AB’yi rehin alıcı tutumunun sabırları taşırmaya başladığının bir göstergesi olarak öğleden sonra yine bir Finlandiyalı diplomatın ağzından ikinci haber geldi. AB Genişleme Komiseri Olli Rehn, Türkiye’nin AB ile müzakere sürecinin “durmayacağını, ama yavaşlayacağını” açıkladı.

Bunun anlamı, AB Dışişleri Bakanlarının, AB Komisyonu’na, Kıbrıs Rum ve Yunanistan hükümetlerinin isteği doğrultusunda Türkiye’ye liman ve havaalanlarını Kıbrıs Rum uçak ve gemilerine açmaması durumunda yeni bir müzakere başlığının açılmayacağı ültimatomu verilmesini önermeyeceği. Yani müzakerelerin, kısmen ya da tamamen dondurulması resmileştirilmeyecek. Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan’ı bu formüle ne ikna etmiş olabilir? Muhtemelen Gümrük Birliği ile doğrudan ya da dolaylı fasıllar üzerine müzakereler açılmayacak. Bunların sayısı üzerine 3 ila 20 arasında değişen yorumlar yapılıyor. En çok yedi-sekiz tahmini yapılıyor. Ama, Rehn’in sözlerinden bu konuda resmi karar alınıp alınmayacağı açık değil.

Muhtemelen alınmayacak. Ancak Türkiye’ye Ek Protokol’deki imzanın gereği liman ve havaalanları açılmadığı sürece ilgili fasıllarda ilerleme sağlamanın güçlüğü üzerine bir uyarı gelecek.

Yani, 12 Haziran 2006’da Bilim ve Araştırma faslında müzakerenin açılıp kapanmasından bu yana müzakerelerin fiilen buzdolabına kaldırılmış hali devam edecek.

Belki bu durumun yumuşatılması için, diyelim Türk Ceza Yasası’nın 301’inci maddesinin değiştirilmesi, ya da buna benzer ilerleme adımları atıldığında, aç-kapaya uygun durumdaki fasıllardan biri, örneğin Eğitim ve Kültür faslı açılıp kapanacak. Bu arada tarım, çevre gibi daha alınacak çok yol olan (bu iki fasılda AB müktesebatıyla uyum yalnızca yüzde 40 civarında. Ama örneğin Dış Politika’da bu oran yüzde 96) fasıllarda teknik-bürokratik çalışma devam edecek.

Ama o kadar.

Gerçekçi bir değerlendirme yapılacak olursa, AB’de de, Türkiye’de de 2007 yılının fazla ilerleme sağlamaya uygun bir yıl olmadığı görülebiliyor aslında.

AB’nin gündeminde, ara sıra ortaya çıkan ve karar mekanizmaları dışında kimsenin umurunda olmayan Kıbrıs sorunu dışında Türkiye yok. AB’nin gündeminde kendi geleceğine ilişkin ağır sorunlar var. Rusya ile stratejik önem taşıyan enerji anlaşması üzerinde Almanya’nın ısrarına karşın anlaşma sağlanamıyor. Almanya gibi kurucu üyelerden olan İtalya, Para Birliği’nden çıkmak istiyor. Anayasa’nın yine kurucu üyelerden Fransa’daki referandumla reddedilmesiyle ortaya çıkan yönsüzlük, AB’yi giderek uluslararası bir oyuncu olmaktan uzaklaştırıyor. Ayrıntıda daha pek çok sorun var. Tabii bir de Irak ve İran üzerine ortak görüş oluşturamama gibi makro ‘ayrıntılar’ var.

Türkiye ise önümüzdeki yıl iki önemli seçim yaşayacak. Mayısta Cumhurbaşkanı, kasımda Meclis yenilenecek. Siyasi gerilim, her seçim döneminde olduğundan daha yüksek olmaya aday; bunun temel nedeni laiklik tartışmaları olacak gibi görünüyor. ABD ile Ermeni soykırımı yasa tasarısı, PKK ve yıl sonuna doğru Kerkük nedeniyle ayrı boyut kazanacak Irak sorunları kapıda.

Dolayısıyla hükümet açısından, özellikle de AB gibi kısa dönemde siyasi kazanç getirmeyecek bir konuda büyük adımlar atılacak bir yıl gibi durmuyor 2007.

Rehn’in bugünkü sözlerini bu tablonun üzerine koyduğumuzda, 2007’nin Türkiye-AB ilişkilerinde düşük vitesle geçilecek bir yıl, ilişkilerin dinlenmeye bırakılacağı bir tatil yılı olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Radikal, 28.11.2006

Murat YETKİN

29.11.2006


 

Müdahale bilimsel olmalıydı

Prof. Dr. Yayla’nın başına gelenler arasında sadece Gazi Üniversitesi’nde ders vermesinin men edilmesi eleştirilebilir.

Gazi Üniversitesi’ne birinci eleştirim şu: Atilla Yayla, Cumhuriyet, demokrasi ve Atatürk konularındaki düşüncesini ilk kez açıklamıyor. Yazı ve konuşmaları yasalara aykırı idiyse, bu müdahale daha önce yapılmalıydı. Müdahaleden kastım, kuşkusuz, ders vermekten men edilmesi değil. Bilimsel!

İkinci eleştirim: Gazi Üniversitesi’nin herhangi bir yargı kararı olmaksızın böyle bir işlem yapması.

Hürriyet, 28.11.2006

Özdemir İNCE

29.11.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004