Ülkenizde Amerikan karşıtlığı neden bu kadar yüksek?” diye soran Amerikalılara cevabımız çok basitti: “Bizdeki Amerikan değil Bush karşıtlığı.” Artık bu cevabı ciddi olarak gözden geçirmek gerekiyor. Zira ABD’de altı yıllık Bush dönemi kapanıyor, ama Türkiye’de herhangi bir sevinç ve coşku havası yok. Halbuki Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasında, dünyanın ve bu arada Türkiye’nin kaderini doğrudan etkileyebilecek birçok yaklaşım farkı mevcut. Örneğin Baba Bush’tan sonra Demokrat Clinton’ın sekiz yılı İslam dünyasına ilaç gibi gelmişti. Öyle ki Filistinliler Monica Lewinsky olayını “MOSSAD komplosu” bile ilan etmişlerdi. Aynı Clinton’ın deprem sırasında Türk halkına yaptığı jestin binde birini, oğul Bush, değil tsunami mağduru Endonezyalılardan, Katrina mağduru kendi vatandaşlarından bile esirgedi.
Duygular ve gerçekler
Ancak dış politikada ne zaman duygulardan, ilkelerden, simgelerden söz etseniz hemen birileri karşınıza “gerçekler” le çıkıyor ve “Türkiye’nin yüce çıkarları böyle sübjektif şeylere kurban edilemez” diyor. Dün, 1 Mart tezkeresi öncesinde de böyle olmuştu. Ama bizleri “romantik” vs. olmakla suçlayanların “gerçek” diye pazarlamaya çalıştıkları şeylerin birer yalan olduğu kısa sürede ortaya çıktı.
Bugünse, Bush’un hezimetine sevindiğinizde “bu dünyanın hayrına olabilir ama biz Türkiye’nin çıkarlarına bakarız” diyorlar. “Nasıl yani?” diye sorduğunuzda bir dizi kaygı sıralanıyor: “Fransa’dan sonra Amerikan Kongresi’nden de Ermeni Soykırım Tasarısı artık kesin geçer. Irak’ta Kürt devleti ilan edilir. PKK’yı iyice şımartırlar. İnsan hakları konusunda bizi çok sıkıştırırlar...”
Dünyanın lehine olan bir şey bizim aleyhimizeyse, bundan “bütün dünya bize düşman” sonucu çıkarmak yerine biraz dönüp kendimize bakmak daha iyi olabilir dedikten sonra sırayla gidelim:
1) Fransızlar Türkiye’yi AB’den dışlamak istedikleri için Ermeni konusunu istismar ettiler, buna karşılık Irak sorununu çözmek zorunda olan Amerikalılar -Demokratlar dahil- Türkiye’yi kazanmak zorundalar;
2) Her ne kadar Demokratlara yakın bazı uzmanlar Irak’ın üçe bölünmesini savunsalar da bunun resmi parti politikası olduğu söylenemez. Kaldı ki önümüzde iki yıl, bir “cohabitation” dönemi olacak, yani ABD’yi Cumhuriyetçi Bush ile Demokrat Kongre birlikte yönetecekler. Irak konusunda farklı görüşler çarpışacak ve muhtemelen “en makul”, “en az masraflı” ve “en realist” politikalar hayata geçirilecek.
3) Demokratların Cumhuriyetçilere kıyasla PKK’ya daha sıcak yaklaştıkları konusunda elimizde fazla somut kanıt yok. Tam tersine, Abdullah Öcalan Türkiye’ye Clinton döneminde teslim edilmişti.
4) Demokrat ağırlıklı Kongre’nin insan hakları konusunda daha duyarlı olması gerçekten mümkün ve bu hiç de fena bir şey değil. Türkiye eleştirileri “size ne?” diye savuşturmaya çalışmak yerine, temel hak ve özgürlüklerde daha kalıcı ve inandırıcı iyileştirmelere gitmeli.
Türkiye’nin ev ödevleri
ABD’deki yeni dönem Türkiye’ye krizden çok fırsatlar sunuyor. Ama Türkiye’nin de yapması gerekenler var. Örneğin gazetem dahil, Türk medyası, ilk kadın Kongre Başkanı Nancy Pelosi’den her defasında “Ermeni dostu” olarak bahsetmekten vazgeçmeli. Ankara da, uzun yıllar ihmal ettiği Demokratlarla bir an önce sağlam köprüler inşa etmek durumunda. Ve nihayet, Türkiye’nin, kaygılarını dile getirmenin yanısıra, Amerikalılar ve Iraklıların önemli bir bölümünün aklına yatabilecek çözüm önerileri geliştirmesi de şart.
Vatan, 13.11.2006
|