Din toplumun ve dolayısıyla siyasetin tamamen dışına sürülünce, toplumsal bir olgu olan cemaatler, tarikatlar da suç gibi algılanıyor. Zaten o yüzden de, Sezer aynı mesajında tarikatların sivil toplum örgütleri olarak sunulmasını “iyi niyetten yoksun girişim” olarak mahkûm ediyor. Oysa tarikatların sivil toplumun parçası olup olmadıkları bizim niyetimize göre değişmez. Ne iyi niyet, ne kötü niyet sosyolojik bir gerçeği değiştiremez. Sivil toplum örgütü tanımı da bizim siyasi tercihlerimize göre yapılamaz.
Sadece bizim tasvip ettiğimiz oluşumlara sivil toplum örgütü adını takıp, hoş bulmadıklarımıza “sivil toplum örgütü değildir” demek, beğendiğimiz partiye “parti”, beğenmediğimiz partiye “parti değil” demeye benzer. Hatta biraz daha ileri giderek, beğendiğimiz insana “insan” beğenmediğimize “insan değil” demeye de benzetebiliriz. Sivil toplum örgütü, adı üstünde sivildir, yani devlet bağlantısı yoktur ve adı üstünde toplumsal bir fenomendir, yani toplumun içinde var olan herhangi bir eğilimin örgütlenmiş halidir.
Bunun din ekseninde mi, milliyetçilik ekseninde mi, çevrecilik ekseninde mi, kültür ekseninde mi, yoksulluk ve işsizlik ekseninde mi ortaya çıkacağını kimse kontrol edemez. Üstelik bu oluşumların “Çağdaş Türkiye görüntüsüyle örtüşmek” gibi bir mecburiyeti de yoktur. Ülkelerin görüntüleri - burada gerçek görüntüden ziyade imaj kastedildiği açık- toplumların durumuna uyar.
Önce bir ülke imajı yaratıp sonra da toplumun kimi kesimlerinin bu imaja uygun hale gelmesini beklemek, bu imaja uygun düşmeyenleri yeniden “dizayn etmeye”, edilemiyorsa “görünmez” kılmaya çalışmak asırlardır bütün diktatörlerin hayalidir. Ama hiç gerçekleşememiş, hep hayal olarak kalmaya mahkum bir hayal...
Bugün, 31.10.2006
|