Sabahın (dün) erken saatinde Celal Talabani’nin Ankara Temsilcisi Behruz Galali aradı. O kadar öfkeli ve öylesine hızlı konuşuyordu ki, bana konuşacak zaman da pek tanımadı.
“Günaydın” bile demeden “İyilik yapmak istedik; kötülük bulduk” diye bağırarak makineli tüfek hızıyla konuşmasına başladı. Liderine Türkiye’den yönelen saldırılara çok öfkelenmişti ve “Bizden bunu yapmamızı isteyenler şimdi ağızlarını açmıyorlar. Hatta dahası Sayın Talabani’ye saldırıyorlar. Çıkıp, her şeyi ve herkesi isim isim açıklayacağım böyle devam ederse. Biz, bu işi kendi başımıza yapmadık. Türk yetkililerin isteği üzerine yaptık. Ben, işin içindeydim. Bütün bildiklerimi anlatacağım bu durumda.
PKK, bugün toplanıyor; ateşkes kararını ilan edecek. İş, Türk yetkililerle kararlaştırıldığı gibi aynen ve adım adım ilerliyor. Bu durumda, Talabani’ye yönelik saldırılar neyin nesi oluyor?..”
O noktada lafa girebildim. “Ateşkes ilan etti zaten” diyecek oldum. “Hayır” dedi, “O, Abdullah Öcalan’ın çağrısıydı.
PKK yönetimi, Kandil’de toplanıyor ve Öcalan’ın çağrısını karara bağlayarak, ateşkes kararı alıyor. Bütün bunlar, adım adım önceden tasarlandı. Her şey önceden kararlaştırılan takvime doğru ilerliyor. Biz, Türk yetkililerin bizden istediklerini yaptık. Bu işe kendi başımıza girmedik. Dolayısıyla, bizden bunu isteyenlerin, tüm aşamalarından haberdar olanların ne susmaya ne Talabani’ye bu saldırıları yöneltmeye hakları yok.”
Behruz Galali bağıra çağıra konuşmaya devam ediyordu. “Bunlar yüz yüze konuşulacak şeyler” diyerek telefon görüşmesini kestim. Bu yazıyı yazdığım sırada da, Galali’nin kimi, neyi, nasıl kastettiğini bilmiyordum. Ama dünkü yazımda Abdullah Öcalan’ın yazılı “ateşkes çağrısı”ndaki “dil” ve “üslup”un dikkat çekici olduğunu yazdığımda, o “dil” ve “üslup”un Abdullah Öcalan’ın bildiğimiz alıştığımız dil ve üslubuna uymadığının farkında olarak öyle yazmıştım. Bu işin bir “arka planı” olmalıydı ve Behruz Galali’den dinlediğim ve anladığım kadar, sadece Talabani’nin, kendi başına, girişimiyle “sınırlı olmayan” bir “arka planı” vardı.
Konu giderek bir “müphemiyet” perdesine bürünüyor. Tümüyle açığa çıktığı takdirde bir “siyasal skandal” olmasından korkulur.
Bugün, 30.9.2006
|