Bugünlerde devlet, yargı ve bilim büyüklerimizden bir nöbet gibi sökün eden akla ziyan konuşmaların yaşadığımız mevsimle büyük bir ilgisi olduğuna kuşku yok. Bu mevsim, kurumların yeni faaliyet dönemlerinin açılışlarına denk geliyor.
Her kurum yeni dönem için kendi açılışlarını yaparken ya özenle seçilmiş onursal konuklarına bir konuşma yaptırıyor veya kurumun başındakiler kendi kurumlarının o yıl için güncellenmiş misyon veya vizyon konuşmalarını yapıyorlar. Bu konuşmalar esnasında verilen mesajların toplamına bakarak bir siyaset mevsimi de ayırt edebilirsiniz.
Eylül ayı veya güz mevsimi birçok edebiyatçının edebi duygularını harekete geçiren önemli imgelerin kaynağı olmuştur. Ne şiirler, ne nesirler yazılmıştır Eylül üzerine. Eşlik ettiği yorgunluk, tükeniş, sona doğru hızla yol alış, ölüm, ayrılık, yaşlılık bahisleri, Eylül edebiyatını kaçınılmaz olarak melankolik-depresif bir tür kılıyor. 1980 yılından sonra bu mevsimle ilgili imgelere memleketin üzerine bir kâbus gibi çöken 12 Eylül imgesi de dâhil olmuştur.
Bugünlerde yapılan açılış konuşmalarının bu melankolik ruh haliyle bir ilgisi var mıdır bilmiyoruz. Ama bu konuşmaların hepsinin ortak temasının “irtica” olması bir eylül konusu olarak kayda geçebilir ve hiç kuşkunuz olmasın bunun da melankolik bir boyutu vardır. Belki de tek fark bu konuşmaların hiçbir edebi boyutunun olmaması. Bırakınız edebi boyutu, hiçbir akıl boyutu olmayan bu konuşmalar yine de günlerce konuşuluyor, gündemi belirliyor insanların endişelerini artırıyor, karamsar, melankolik, kasvetli bir havayı hâkim kılabiliyor.
Bu konuşmaların hepsinin ortak özellikleri var. Hiç birini bir lise öğrencisine bile yakıştıramayacağınız kadar edebiyat ve akıl kalitesinden yoksun. Hepsi de asık suratla ve tehditkâr bir ses tonuyla, üstelik kâğıttan ve bir sürü hatayla okunarak yapılıyor. Konuşmaların içerikleri her türlü değerlendirmeyle sınıfta kalıyor. Ne akıldan eser var ne mantıktan ne de bilgiden. Hiç biri toplumda en ufak bir yapıcılık ve birlik hedeflemiyor, aksine her biri toplumun bir kesimini öbüründen daha fazla nefret ettirmeye yarıyor. Hepsi de Eylül’e özgü depresif ruh hallerinden izler taşıyor.
Papa’nın İslam’a saldıran konuşmasını yaptığı günün ertesinde Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, dini inançların doğmatik olduğunu ifade eden skandal bir konuşma yapıyor. Papa özür dilemese bile sözlerinin yanlış anlaşıldığını ve bundan dolayı üzüntü duyduğunu ifade ederek Müslümanların gönlünü bir şekilde alıyor. Ama Türkiye’nin Cumhurbaşkanı bir defa okuduğu metnine dönüp bir daha bakmıyor bile.
Bir üniversite rektörü, Anadolu’nun Müslüman olmakla ne kadar çok şey kaybettiğini anlatıyor. Dinleyenler arasında tarihçiler de vardır mutlaka.
Kara kuvvetleri komutanı laikliği korumanın yargıya değil orduya düştüğünü savunuyor,
ODTÜ rektörü kendi öğretim üyelerini ve öğrencilerini irticaya karşı beşinci sınıf bir hamasetle dolduruşa getirmeye çalışıyor.
Giderek bu konuşmalar üniversite rektörleri arasında bambaşka bir yarışa dönüşüyor: Hamaset yarışına. Akla davet ediyorlar, ama davet ettikleri kendi mahdut akılları. Bilime davet ediyorlar, bilimden anladıkları 19. yüzyılın artık ilkel sayılan pozitivist bilim anlayışı. Laiklik diyorlar, bundan anladıkları laiklik adına fetişleştirilmiş kutsalların yüceltilmesinden başka bir şey değil. İrtica diyorlar, düşünüyorsunuz, taşınıyorsunuz, bizzat İslam’dan ve Müslümanlardan başka bir kasıt bulamıyorsunuz. İslam’ın yaşanması, ciddiye alınması rahatsız ediyor, buna irtica diyorlar. Bizzat İslam’a ve İslam’ın en doğal tezahürlerine irtica diyerek Müslümanların kutsallarına hakaret ediyorlar.
Bu konuşmaların hepsi toplumun en üst düzey kurumlarının başındakiler tarafından bir ağızdan yapılınca, toplumun aklını temsil eden, yansıtan ve maalesef etkileyen bir tarafı oluyor. Bu seviye tekrarlandıkça bir norm haline geliyor çünkü. Artık herkes mevsimi geldiğinde böyle konuşmalar dinlemeyi de bekler hale geliyor. Türk halkına reva görülen akıl seviyesi maalesef bu.
Konuşmanın mevsimi olunca, içerik tahmin raporları da dolaşmaya başlıyor ortalıkta. Baksanıza, Org. Büyükanıt’ın 2 Ekim’de Kara Harp Okulu’nun açılış töreninde yapacağı konuşmanın neredeyse hepsi bu raporlarda yer alıyor. Genelkurmay başkanı önemli mesajlar verecekmiş. Önemli denildiğine bakmayın. Bildiğiniz, mevsimlik mesajlar işte. Ama bu konuşmayı mevsiminden öte önemli kılacak olan Başbakanın ABD ziyaretine denk gelecek olması, dolayısıyla konuşma yoluyla hem ABD’ye hem de orada temaslarda bulunan başbakana mesajlar içerecek olması.
Sanki bir başka ülkenin genelkurmay başkanı başka bir ülkenin başbakanına mesaj verecek.
Sayın başbakan günler öncesinden duyurulmuş olan bu konuşma haberiyle ilgili olarak kendisine bağlı olan Genelkurmay başkanından bilgi sormuyor mu acaba? Konuşmanın içeriğini gerçekten de ABD’de mi öğrenecek?
Bu işteki tuhaflığı, bu mevsim geçmeden göremeyecek miyiz?
Yeni Şafak, 30.9.2006
|