|
|
|
Yeni bir 28 Şubat mı hazırlanıyor? |
Yeni Asya gazetesi imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular, NTV’de katıldığı ‘Neden?’ programında, İsmail Ağa’daki cinayet ile ilgili olarak “Kırk senedir medyanın içindeyim. Biz bu filmi çok gördük. Bunun örnekleri geçmişteki askerî müdahalelerdir. Acaba 28 Şubat gibi yeni bir müdahale zemini mi hazırlanıyor?” diye sordu.
Can Dündar, NTV’de ‘Neden?’ adlı tartışma programının ilkinde stüdyodaki konuklarıyla tarikat-siyaset-devlet ilişkilerini tartıştı. Programın ilk bölümünde konuyla ilgili ön bilgiyi Prof. Dr. Şerif Mardin aktardı. 2 saat 40 dakika süren programın diğer bölümlerinde ise stüdyo konukları Mehmet Kutlular, Yaşar Nuri Öztürk, Emre Kongar, Nur Serter, Ahmet Taşgetiren ve Nihal Bengisu Karaca konuyu çeşitli yönleriyle tartıştı.
Prof. Mardin’den sonra ilk sözü alan Mehmet Kutlular, Dündar’ın İsmail Ağa cinayetiyle ilgili sorusu üzerine “Kırk senedir medyanın içindeyim. Biz bu filmi çok gördük” diyerek İsmail Ağa Camii’ndeki olayın durduk yerde olamayacağını, bundan bir provoke ve müdahale kokusu aldığını ifade etti. Bunun örneklerini geçmişte 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat’ta da gördüklerini söyleyen Kutlular, konuşmasının devamında, dinî cemaat ve tarikatlarin Türkiye’nin bir gerçeği olduğu, bunları yasaklamakla bir yere varılamayacağı, bilâkis yeraltına girerek daha da gelişerek devam edeceği üzerinde durdu. Sadece tarikatlarda değil, her işte suistimallerin olabileceğini de vurgulayan Kutlular, bu gibi olumsuzlukları bahane ederek tarikatleri bütünüyle itham etmenin ve bunları bütün tarikatlere mal etmenin yanlış olacağını söyledi.
Kutlular ayrıca, tartışmanın “bilim-din” konusuna kaydığı bir yerde “Din ile bilimin çatışması mümkün değildir. Çünkü bilimlerin kaynağı olan kâinatı yaratan ile Kur’ân’ı gönderen Allah’tır. Nasıl olur da çatışabilir?” dedi.
Öte yandan, dinin yüzde doksan dokuzunun iman, ibadet ve ahlâka dair olduğu, ancak yüzde bir kısmının siyaset ve idareye baktığını vurgulayan Kutlular, İran’ın bu konuda iyi bir örnek olamayacağını söyledi.
İkinci olarak söz alan yazar Ahmet Taşgetiren ise, tarikatlerin esas olarak nefsi terbiyeyi esas aldığını, kişiyi insan-ı kâmil olma noktasına götürdüğünü izah ederek, bu müesseselerin yasaklanmasının doğru olmadığını dile getirdi.
Ardından Yaşar Nuri Öztürk, tasavvuf ve tarikat arasındaki farka değinerek, tarikatların yozlaştırıldığını ileri sürdü. “Bir şef var, bir de şeyh” diyen Öztürk, tarikatlardaki bu yozlaşmanın, bazılarında şeyhlerini aşırı derecede yüceltmeye kadar vardığına dikkat çekti. Ayrıca tarikatlardaki suistimalleri bahane ederek dindarları yobazlıkla itham edenlerin, laikler içindeki yobazları da görmezden gelmemeleri gerektiğini dile getirdi.
Nihal Bengisu Karaca ise, cemaat ve tarikatın birbirine karıştırılmaması gerektiğini, cemaatin daha geniş mânâlar ifade ettiğini söyledi. Bu anlamda Atatürkçü Dünşünce Derneği’nin de kendi içinde bir cemaat mânâsı ifade edebileceğini, kendi dogmalarının olduğunu dile getirdi. Ayrıca tarikat ve cemaatlerin dogmaları olduğunu dile getiren kimi çevrelerin, bilimi de bir din ve dogma haline getirdiğine dikkat çekti.
Daha sonra söz alan Nur Serter, ikna odalarındaki uygulamalardan ve oradaki gözlemlerinden bahsederek, öğrenciler ile cemaatler arasında bir tür çıkar ilişkisi olduğunu, bu ilişki sona erdiğinde öğrencilerin cemaatlerle olan ilişkisin de kesildiğini iddia etti.
Son olarak Emre Kongar, herkesin dininde, inancında serbest olduğu vurgusunu yaparak, asıl tartışılması gerekli konunun, hangi dinden olursa olsun bir mezhep, cemaat ve tarikatın siyaset yoluyla toplumu kendi değerleri doğrultusunda dönüştürmek istemesinin demokrasi ile ne kadar bağdaştığı olduğunu dile getirdi.
|
İsmail TEZER
/ İSTANBUL
21.09.2006
|
|
|
PAPA ÖZÜR DİLEMELİ |
Yazarımız Hakan Yalman’ın konuyla ilgili görüşünü sorduğu Vatikan Dinlerarası Diyalog Cizvit Sekreteryası eski Genel Sekreteri Thomas Michel, yazısında “Bu vak’a karşısında benim ilk reaksiyonum Müslümanlardan özür dilemek, dinlerine ve Peygamberlerine yapılan bu saldırı nedeniyle af talep etmek oldu. İncitici sözleri sebebiyle, her ne kadar bunu kasten söylemediğine inansam da, Papa’nın özür dilemesi münasip olacaktır” dedi.
Son günlerde televizyonlarda Müslümanların Papa ve Katolik Kilisesine karşı protestolarını görmek ve Müslüman liderlerin benim de mensubu olduğum Hıristiyan toplumunun ruhani liderine karşı suçlayıcı tepkilerini duymak çok acı verici bir durumdur. Ayrıca 30 yıldan fazla süren çabalarla tesis edilebilen Hıristiyan ve Müslümanlar arasındaki karşılıklı anlayış ve diyalog zemininin bu münferit olayla tehlikeye girmiş olmasını müşahede etmek, olayın vahametini gözler önüne sermekte ve bizleri derinden üzmektedir.
Bu vaka karşısında benim ilk reaksiyonum Müslümanlardan özür dilemek, dinlerine ve peygamberlerine yapılan bu saldırı sebebiyle af dilemek oldu. Cihadın “kutsal savaş” anlamına gelmediğini, bilakis bütün gerçek inananlar için ömür boyu süren, “kötülüklerle ve nefisle mücadele” demek olduğunu, bu anlamda insanın Allah’ın rızasına tam tamına uygun yaşamasını sağlayacak müthiş bir ruhsal tasavvur içerdiğini çok iyi bilen bir çok Hıristiyan olduğu konusunda Müslüman arkadaşlarımı temin etmek isterim. Müslümanları şu konuda da temin ederim ki; biz Muhammed’in getirdiği birçok iyi ve güzel öğretiyi ikrar ediyor, saygı duyuyor ve itibar ediyoruz. Bu manada bütün Katoliklerin “Müslümanlara saygı duymayı emreden” İkinci Vatikan Konsili kararlarına itaatkâr olduklarını söylemek, İslam’ın takipçilerine ve onların inanıp, pratiğe döktükleri şeylere saygımızı göstermesi açısından anlamlı olacaktır.
Bazı gözlemciler Papa’nın Müslümanları incitmek gibi bir niyeti olmadığını ifade ediyorlar. Ben bunun doğru olduğuna inanıyorum ancak olayın bir başka tarafı da var. Hayatımız boyunca, çoğu zaman birilerini incittiğimizde bunu istemeden yaparız, nadiren ise bunu cehalet ya da hassasiyetsizlik sebebiyle yaparız. Bu gibi durumlarda bir özür gerekmektedir. Bu sebeple incitici sözleri sebebiyle; her ne kadar ben bunu kasten söylemediğine inansam da, Papa’nın özür dilemesi münasip olacaktır. Papa bugün açıkça ve usulünce özür dilerse, umarım Müslümanlar da alicenap ve çok affedici olacaklardır.
Bütün bunların yanında bence en derin soru şudur: Papa Regensburg’da sarf ettiği bu sözleri neden söyledi? Değil sadece Müslümanlar, Hıristiyan din adamları, diplomat ve gazeteciler de bana; “Bu olay nasıl olabildi?”, “Orada Papa’yı okuyacağı metni değiştirmesi için uyaracak hiç kimse yok muydu?” ve “Böyle talihsiz bir olayın bir daha yaşanmaması nasıl temin edilebilir?” şeklinde sorular yönelttiler.
1981 ile 1994 yılları arasında Vatikan’da Dinlerarası Diyalog Papalık Konsili bölümünün İslâmiyet kısmının başkanı olarak on üç yıl görev yaptım. İşimin ana ekseni, Papa’yı ulusal ve uluslar arası alanda düzenlenen dinler arası diyalog toplantıları konusunda bilgilendirmek ve Müslüman liderlerin Vatikan’a ziyaretlerini organize etmekti. Bunun yanında bence en önemli görevlerimden biri de, eski Papa İkinci Jean Paul’ün Müslümanlar’a hitaben yapacağı konuşmaları önceden incelemek ve Müslümanları incitebilecek bir öğe olduğu takdirde Papa’dan bu kısımların değiştirilmesini arz etmek idi.
Papa İkinci Jean Paul kazara Müslümanları yahut başka dinlerdeki insanları incitebilecek, yanlış anlaşılabilecek şeyler söyleme konusunda oldukça dikkatli ve hassastı. Esasında böyle bir durumla sadece üç, dört defa karşılaştık, ama ben bunları her defasında tashih ettim ve neticede Hıristiyanların Müslümanlara olan saygılarını yansıtan metinler oluşturma konusunda Papa’ya yardımcı oluyordum. Papa da daima yanlış anlaşılabilecek bu kısımları konuşmayı yapmadan önce değiştirirdi, bu sebeple bugün yaşadığımız türde üzücü bir olayı asla yaşamadık.
Her Papa’nın kendine özgü bir tarzı vardır tabii ki; Papa İkinci Jean Paul, daima Vatikan’daki personel ile iyi ilişkileri olan biriydi. Ben öyle hissediyorum ki, Regensburg’da geçen hafta yaşanan bu talihsiz olay, yeni Papa’da bu tarz bir durumun gerçekleşmediğini gösteriyor.
Şöyle bir durum var ki; o (Jean Paul) Vatikan personelini İslâmî ilimler konusunda eğitim görmesi konusunda teşvik ediyordu. Bir örnek verecek olursak, ben, doktoramı Pakistanlı Profesör Fazlurrahman’ın gözetiminde, büyük alim İbn Teymiyye’nin fikirleri konusunda tamamladım. Benden daha önemlisi, daha altı ay öncesine kadar Dinlerarası Diyalog Papalık Konsili Başkanı olan Başpiskopos Michael Fitzgerald da İslâmî teoloji konusunda oldukça uzmandır ve Londra Şark ve Afrika Bilimleri Akademisinden (London’s School of Oriental and African Studies) mezundur. Başpiskopos Fitzgerald bugün Papa’nın Mısır Temsilcisi ve Arap Birliği delegesidir.
Fakat ne yazık ki Fitzgerald’ın da Vatikan merkezinden uzaklaşmasından sonra, Vatikan’da gerçek manada İslâmiyet inancı, pratikleri ve gelenekleri konusunda eğitim almış hemen hiç kimse kalmamıştır. Ve bu eksiklik de Regensburg’da yaşanan bu talihsiz olayla apaçık bir şekilde gözler önüne serilmiştir. Eğer Papa’nın konuşma metni herhangi bir Vatikan görevlisi tarafından incelenmiş olsa idi, onlar derhal Manuel İkinci Paleologus’tan yapılan alıntıyı metinden çıkarırlardı, zira bu ifadeler Papa’nın gerçek konumuna tamamen zıt ve marjinal sözlerdir. Bizans İmparatoru (Paleologus) Hıristiyan bir teolog değildir ya da İslâmî konulardan haberdar olacak bir alim zat da değildir. Bunun yanında asla bir barış yanlısı da değildir, nitekim o bu ifadeleri 7 yüzyıl önce kullanmıştır, gözlemleri de bugün için oldukça tarihseldir ve pratikte, gerçekte bir mana ifade etmemektedir.
Bu noktadan nereye gidiyoruz peki? En önce umarım ki Müslümanlar Papa’nın özrünü kabul edeceklerdir. Zira bugün Papa Manuel Paleologus’tan aktardığı sözlerin kendi kişisel görüşleri olmadığını deklare etmiştir ve Müslümanları inciten sözlerinden ötürü üzgünlüğünü dile getirmiştir. Şahsım adına konuşacak olursam, bir Katolik Hıristiyan olarak ben, bu gereksiz vakanın, mensubu olduğum Katolik toplumu ile yıllardır büyük bir sevgi ve saygı duyduğum Müslümanlar arasında derin bir çatlağa sebep olmasını çok trajik bulurum. Bu yüzden, bütün Hıristiyanlar adına Müslümanlardan ben de af diliyorum ve bunu Yüce Kur’ân’ın “Affederseniz daha iyi olur” öğretisine sığınarak ve bunun bilincinde olarak emin bir şekilde istiyorum.
İnanıyorum ki bu tür talihsiz vakaların bir daha gerçekleşmemesi için gereken adımlar atılacaktır. Yine inanıyorum ki Hıristiyan ve Müslüman din adamları, topluluk liderleri, diplomatlar, akademisyenler ve gazeteciler yeni Vatikan Devlet Sekreteri (Başbakan) Tarcisio Bertone’yi bundan sonra İslâm ya da diğer dinler hakkındaki bütün beyanatların dikkatlice gözden geçirileceği konusunda teminat vermesi ve eğer ihtiyaç duyulursa tamamen eğitimli personeller tarafından metinlerin gözden geçirilmesinin sağlanması konusunda zorlayacaklar ve böylece Katolik liderlerin her beyanatının İkinci Vatikan Konsili’nde kararlaştırılan “Katolik Kilisesi Müslümanlara saygı ve hoşgörü göstermelidir” direktifine uygun olması temin edilecektir.
|
Thomas Michel, S.J.
/ Tercüme: Umut Yavuz
21.09.2006
|
|
|
Kesintisiz 8 yıl, eğitime zarar verdi |
Yeni Asya'ya konuşan Yeni Eğitimciler Derneği Genel Başkanı Hasan Tanrıverdi, “Eğitimin kesintisiz olmasının ne gibi dezavantajları oluyor?” sorusuna şu cevabı verdi:
“İlkokulun son sınıfında yönlendirme başlamalı. Çocuğun kabiliyeti hangi bölümle ilgiliyse ortaya çıkarılmalı. Zekâ durumuna göre yönlendirilmesi lâzım. Almanya’da yönlendirme beşinci sınıftan sonra başlıyor. Türkiye’de sınıflar birleştirilip kesintisiz 8 yıllık yapıldı. Yönlendirme ortadan kalktı. Bunun nedeni 28 Şubat. Kur’ân kurslarının zaafa uğratılması ve imam hatiplere teveccühün azaltılması amaçlandı. İmam hatipleri zayıflatacağım derken meslek ve Anadolu liseleri de zaafa uğradı.”
DEVAMI RÖPORTAJ SAYFASINDA
|
Kemal BENEK
21.09.2006
|
|
|
Gözler bu dâvâda |
Çağdaş Gazeteciler Deneği (ÇGD) Genel Başkanı Ahmet Abakay, “Baba ve Piç” romanı sebebiyle Elif Şafak’ın “Türklüğa aşağıladığı” iddiasıyla yargılandığı davada duruşma güvenliğinin sağlanmasını istedi.
Abakay, “TBMM gündemindeki Uyum Paketi’ne istismara müsait, düşünce ve ifade özgürlüğünü engelleyen TCK’nın 301. maddesi de dahil edilerek değiştirilmeli. Şiddeti öngörmeyen ve teşvik etmeyen hiçbir görüş suçlanamaz” dedi.
ÇGD Genel Başkanı Abakay, TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlanacak olan Avrupa Birliği (AB) Uyum Paketi’ne Şafak’ın da yargılanmasına temel teşkil eden Ceza Yasası’ nın 301. maddesinin de dahil edilmesini istedi.
301. maddenin değiştirilmesini isteyen Abakay ayrıca bugün bu maddeden yargılanacak olan yazar Şafak’ın duruşma güvenliğinin sağlanmasını istedi.
Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gül’ün Aralık ve Ocak aylarında yaptıkları açıklamalarda 301. madde ile ilgili aksamaların olması halinde bu maddede yeniden düzenleme yapılabileceğini açıkladıklarını hatırlatan Abakay yaptığı açıklamada şöyle dedi: “Uygulamada ciddi sıkıntılar ortaya çıkmıştır. Mahkemeler gazeteci ve yazarlar için yol geçen hanına dönmektedir.”
Ayrıca yazar Şafak’ın bugün yapılacak duruşmasının “kendini hukukun üstünde gören bir takım şovmenlerin saldırgan eylemlerine sahne olacağı”nın anlaşıldığını açıklayan Abakay, İçişleri Bakanlığı ve hükümet yetkililerinden bu kişilere karşı tedbir almalarını talep etti.
|
/ İSTANBUL
21.09.2006
|
|
|
Alternatif yok demek, demokrasi yok demektir |
Doğru Yol Partisi (DYP) Genel Başkanı Mehmet Ağar, “Türkiye’de alternatif yok demek, demokrasi yok demektir. Alternatifsiz insan yoktur. Her programın daha iyisi vardır. Daha geniş kesimlerin meselelerini çözme kabiliyetine sahip olanlar vardır’’ dedi.
DYP tarafından İstanbul Polat Rönasans Otel’de düzenlenen ‘’Türk Ekonomisi Nereye Gidiyor?’’ konulu panelde konuşan Ağar,’’(Türkiye’de alternatif yok) diyenler, bana göre demokrasiye ihanet etmektedirler’’ dedi. Ağar, Parti olarak 2002 seçimlerini çok iyi analiz ettiklerini ifade ederek, ‘’Burada üç önemli mesaj var. Halkın talebine göre siyasetin şekillenmesi, ekonominin yeniden yapılanması ve toplumsal gerginliklerin ortadan kaldırılması gibi yeni siyaset erbabına verilen çok iyi mesajların algılanamadığını düşünüyoruz’’ görüşünü dile getirdi.
Ekonominin toplumun tüm kesimlerinin meselesini çözecek büyük bir alan olduğunu belirten Ağar, meseleyi sadece bazı göstergeler çerçevesine oturtarak her şeyin çok iyi olduğu yerine, yapılması gerekenlerin daha güçlü bir şekilde yapılması gerektiğini kaydetti.
Toplumsal iradeyi ortaya koymak ve bu iradeye dayalı olarak da yenialternatifleri ortaya koymak gerektiğini vurgulayan Ağar, ‘’Türkiye’de aklımın ermediği bir şey var. (Türkiye’de alternatif yok) diyenler, bana göre demokrasiye ihanet etmektedirler. Kendilerini ve makamlarını vazgeçilmez olarak taktim edebilmeyi anlayabilmem mümkün değildir’’ dedi. Ağar, şunları kaydetti:’’Ankara’da, İstanbul’da sıcak köşelerinde oturup, Türkiye’nin hatta İstanbul’un köşesinde İkitelli’den, İmes’ten haberdar olmazsanız, Sincan’daki sanayi bölgesinden haberdar olmazsanız, alternatifin ne olduğunu orada gören insanların hissiyatlarından haberdar olmazsınız.”
AMERİKA’DAN İCAZET ALMAM
Önceki gün İzmir’de bazı işçi, memur ve emekli sendikalarından temsilcilerle bir araya gelen DYP lideri Mehmet Ağar, ‘’Türkiye’de siyasi koz bekleyip ABD’den icazet bekleyen adamın siyasette bir saniye yeri olamaz. Genel seçimler bitene kadar Amerika’ya gitmeyeceğim’’ dedi. Türkiye’de, AB sürecinde özgürlükler ve demokratik gelişim talebini büyük sermayenin yönlendirdiğini, ancak aynı kesimlerin sendikasızlaştırma trenini de çektiğini ileri süren Ağar, ‘’AB’yi ekonomik çıpa olarak alalım, iyi. Ama AB’deki işçi işveren ilişkilerindeki yeni ilerlemeleri gevşek alalım. Böyle şey olmaz’’ dedi. Ağar, mevcut ekonomik programdan medya patronları ve büyük sermayedarların çıkarının olması sebiyle sendikal örgütlenme konusunda adım atılamadığını, hükümetin bu konuda ‘’çıtını çıkaramadığını’’ söyledi.
Hükümetin özelleştirmeyi borç ödeme aracı olarak kullandığını, bunun üretimi öldürdüğünü savunan Ağar, ‘’Türk Telekom’un yıllık geliri 1.5 milyar doların altında değil. 6 milyar dolara özelleştirildi. Dünyanın hiç bir yerinde görülmemiş. Üç yılda kendini amorti edecek bu tesisi tekrar kurmak mümkün değil. Bunların hepsi hesap kitap görecek. Burası muz cumhuriyeti değil’’ diye konuştu.
TERÖR SİLÂHLA ÇÖZÜLMEZ
Ağar, Türkiye’nin terörün bittiği dönemde demokratik açılımları yaparak bu meseleyi kökünden çözme fırsatını kaçırdığını belirterek, şöyle konuştu:’’Ülke kendi içinde düşman yaratarak yola devam edemez. Silahın dışındaki çözümleri vaat etmek lazım. Silahlı çözüm diyorsanız kolay ama, bunların hepsi geçici olur, çözüm olmaz. O noktada her türlü sorumluluğu alırım, almışım. Bugün siyasetçi olarak benim sorumluluğum, bu olayların olmamasını sağlayacak zemini sağlamaktır. Hiçbir siyasetçi, benim atacağım cesaretli adımların kenarından bile geçemez. Risk alacaksın, ömür bir risktir. Başbakan’ın söylediği gibi Lübnan’a asker göndermek risk misk değildir. Risk kendi ülkendeki sıkıntıları aşacak cesareti göstermektir.’’
İzmir Sanayici ve İşadamları Derneği’nin, Crowne Plaza Oteli’nde düzenlediği yemeğe katılan Ağar, burada yaptığı konuşmada, terör sorununun çözümü konusunda bir takım koordinatörlük makamlarının tahsisi gibi çözüm yollarına gitmenin yanlış olduğunu söyledi. Türkiye’nin en önemli sorununun Güneydoğu sorunu olduğunu, bu mesele çözülmeden huzur ve güvenin mümkün olamayacağını ifade ederek, toplumun terör olaylarına karşı tahammülünün kalmadığını kaydetti.
|
Ümit KIZILTEPE
/ İSTANBUL
21.09.2006
|
|
|
YÖK, MEB kavgası sürüyor |
Avrupa Konseyi Yükseköğretim ve Araştırma Yönetim Komitesi’nin bugün başlayacak beşinci toplantısına, YÖK ve MEB arasındaki anlaşmazlık sebebiyle, sadece Milli Eğitim Bakanlığı’nın temsilcisi olan MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı İrfan Erdoğan katılacak.
Alınan bilgiye göre, MEB tarafından geçen ay YÖK’e toplantıya ilişkin bir yazı gönderildi. MEB’in yazısında, toplantıya Türkiye’yi temsilen oy kullanmak üzere 2 uzmanın katılımının talep edildiği belirtildi.
Yazıda, temsilcilerin seyahat ve konaklama masraflarının Avrupa Komisyonu tarafından karşılanacağı kaydedilerek, toplantıya katılacak isimlerle ilgili iletişim bilgilerinin Avrupa Komisyonu yetkililerine bildirilmesi gerektiği için, belirlenecek isim ve iletişim bilgilerinin gönderilmesi istendi. MEB’in yazısına, toplantıyla ilgili ekler de konuldu. Bunun üzerine YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç imzasıyla MEB’e bir yazı gönderildi. Teziç’in yazısında Avrupa Konseyi Yüksek Öğretim ve Araştırma Yönetim Komitesi’nin toplantısına üye göndermenin YÖK Başkanlığı’nın görev alanı içinde olduğu grekçesiyle toplantıya MEB’e mensup bir üyenin katılması durumunda kendilerinin üye bildirmeyecekleri belirtildi. YÖK ile MEB arasında yaşanan anlaşmazlık sebebiyle Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Erdoğan, dün sabah tek temsilci olarak Strasbourg’a gitti. YÖK Başkanvekili Prof. Dr. İsa Eşme ‘’Protesto mu ettiniz’’ sorusu üzerine Eşme, ‘’Evet. Biz de katılmadık’’ dedi.
|
/ ANKARA
21.09.2006
|
|
|
AKP'li Faruk Çelik: Rejimin arkasındayız |
AKP Grup Başkan Vekili Faruk Çelik, ‘rejim’ tartışmalarının yersiz olduğunu belirterek; “Rejimin sahibi 70 milyondur, 70 milyon rejimin arkasındadır. İktidar, rejimin arkasındadır. Böyle bir sorun, böyle bir problem yoktur. Kimse gelecekteki ikbal ve istikbali için Türkiye’nin önüne anlamsız engeller çıkarmasın’’ dedi.
Seçim bölgesinde temaslarını sürdüren Çelik, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in açıklamalarını da değerlendirerek, Türkiye’nin bu konuda bir sıkıntısı olmadığını ifade etti. Belli kesimlerin zaman zaman gündeme ‘irtica’ tartışmalarını getirdiğine dikkat çeken Çelik şöyle devam etti: “Neresine ithamda bulunacaksınız, neresini tenkit edeceksiniz bu iktidarın? Kala kala klasik, bayatlamış, yıllardır belli dönemlerde gündeme çıkarılan irtica senaryoları, geçmişte komünizm senaryoları olduğu gibi, ‘rejim elden gidiyor’ senaryoları. Rejimin sahibi 70 milyondur, 70 milyon rejimin arkasındadır. İktidar, rejimin arkasındadır. Böyle bir sorun, böyle bir problem yoktur. Kimse gelecekteki ikbal ve istikbali için Türkiye’nin önüne anlamsız engeller çıkarmasın. Türkiye; devletin başını, cumhurbaşkanını seçecek. Aynı zamanda da 5 yılı dolduran bir iktidarın ardından yeniden bir seçime gireceğiz. Dolayısıyla ikisi de önemlidir. Sayın başbakan ikisini de kastetmiştir. Yani final dediğimiz tabii ki bir siyasetçinin ağzından, Kasım ayında yapılacak genel seçimlerdir. Ama cumhurbaşkanlığı seçimleri de çok önemlidir. İşte bu iki seçime giderken fauller olabilir. O uyarıda bulunmuştur sayın başbakan. Bundan sonra olacaklar da bu fauller kapsamındadır.’
|
/ BURSA
21.09.2006
|
|
|
En büyük sorun işsizlik |
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Türkiye’de en büyük sorunun işsizlik olduğunu söyledi. Hisarcıklıoğlu, Şanlıurfa Ticaret ve Sanayi Odası’nca (ŞUTSO) düzenlenen ‘’Şanlıurfa Müşterek Oda ve Borsa Toplantısı’’na katıldıktan sonra, gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını cevapladı.
Resmi rakamlara göre Türkiye’de 2.5 milyon insanın işsiz olduğunu, her yıl 750 bin kişinin de istihdam piyasasına girdiğini ifade eden Hisarcıklıoğlu, topluma sorulduğunda en büyük sorunun işsizlik olarak ortaya çıktığını kaydetti. Çözümün aslında kolay olduğuna işaret eden Hisarcıklıoğlu, ‘’Türkiye’de en büyük sorun işsizlik. Ülkemizde 4 milyon kişiye sanayide iş bulmaya kalkarsak bunun maliyeti 200 milyar doları bulur. Oysa Harran ve GAP’taki sulama kanallarının bitiş bedeli 12 milyar dolardır. Eğer bunları bitirirsek, arazilerin yüzde 88’ine su verilecek. Tam 4 milyon kişiye de iş imkânı sağlanacak’’ dedi.
|
/ ŞANLIURFA
21.09.2006
|
|
|
SHP’li Gülcegün: Seçim barajı yüzde 5’e düşürülsün |
SHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Gülcegün, milletvekili seçim barajının yüzde 5’e düşürülmesini istedi.
Gülcegün, yaptığı yazılı açıklamada, Türkiye’de siyasetin demokratikleşmeye ihtiyacı olduğunu, bu konuda iktidarın ve ana muhalefet partisinin çabası bulunmadığını ifade etti. Son genel seçimlerde seçmenin yüzde 43’ünün parlamentoda temsil edilememesinin görmezden gelinemeyeceğini kaydeden Gülcegün, ‘’Bu siyasal garabete son verilmelidir. Milletvekili Seçim Kanunu ve Siyasal Partiler Kanunu’nun demokratikleşmesi Uyum Paketi çerçevesinde yeniden ele alınmalı ve milletvekili seçim barajı yüzde 5’e düşürülmelidir’’ dedi.
|
/ ANKARA
21.09.2006
|
|
|
AİHM’de mahkûm olduk |
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türkiye aleyhine açılan 5 davayı dün karara bağladı.
Halit Dinçmen’in üç akrabasıyla birlikte yaptığı ortak başvuruyu değerlendiren AİHM, ‘’Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 2. ve 12. maddelerini ihlal ettiği’’ görüşüne vardı. Bu davada, başvuruyu yapanlar zamanında maddi tazminat talebinde bulunmadığı için Türkiye aleyhine para cezasına gerek görülmedi.
AİHM, Çetin Ağdaş’ın yaptığı başvuruda, Türkiye’nin AİHS’nin 5. ve 6. maddelerini ihlal ettiğine’’ hükmetti ve mahkeme masrafları da içinde olmak üzere Ağdaş’a 3285 avro ödenmesini kararlaştırdı. AİHM, Selim Kabasakal ve Hasan Atar’ın yaptığı ortak başvuruda, Türkiye’nin AİHS’nin 6. maddesini ihlal ettiği görüşüne vardı. Maddi tazminata gerek görmeyen AİHM, başvuru yapanların sadece mahkeme masrafının ödenmesini kararlaştırdı. AİHM, Sultan Karabulut’un yaptığı başvuruda ise Türkiye’nin AİHS’nin 2. ve 13. maddelerinin ihlal edildiği görüşüne vardı ve mahkeme masraflarıyla birlikte toplam 11 bin avro tazminat ödenmesini kararlaştırdı. AİHM, Süleyman Erdem’in yaptığı başvuruda da, Türkiye’nin AİHS’nin 5. maddesini ihlal ettiği görüşüne vardı ve toplam 4250 avro ödenmesine karar verdi.
|
/ STRASBOURG
21.09.2006
|
|
|
Barış için Türkiye önemli |
Deprem sonrası Keşmir’de yardım çalışmaları yapan İHH İnsani Yardım Vakfı’na teşekkür ziyaretinde bulunmak üzere İstanbul’a gelen Keşmir Eski Cumhurbaşkanı Serdar Muhammed Abdul Kayyum Khan, dünya barışının sağlanmasında dinlerin birlikte varolabilmesinin önemli olduğunu vurguladı.
Türkiye’nin bu konuda önemli bir yere sahip olduğunu ifade eden Kayyum Khan, İslâm aleminin birlikte çalışmasının gerekliliğine de değindi.
Yardımda Türkiye liderdi
İHH İnsani Yardım Vakfı merkezinde gerçekleştirilen basın toplantısına katılan Serdar Muhammed Abdul Kayyum Khan, yaşanan büyük deprem sonrasında birçok kuruluşun Keşmir’e geldiğini söyleyerek, “Bunların içinde Türk hükümeti ve kuruluşları lider konumdaydı. İlkyardım çalışmaları yaptılar ve şimdi uzun vadeli projeler yürütülüyor. Bu çalışmalarda da Türk kuruluşları önemli bir yer tutuyor” dedi.
İslâm aleminin birliği şart
“Müslüman ülkeler arasındaki diyaloğun çok daha fazla gerektiğine inanıyorum. Bu ülkelerin tecrübelerini birbirlerine aktarmaları çok önemli. Akademisyenler, öğrenciler karşılıklı olarak sürekli gidip gelmeli, ortak çalışmalar yapmalı” sözleriyle İslâm alemi arasındaki işbirliğinin gerekliliğine dikkat çeken Abdul Kayyum Khan, bu kapsamda, Keşmir ve Türkiye arasında öğrenci değiş tokuşu projeleri geliştirmeyi düşündüklerini aktardı.
Keşmir sorunu
Abdul Kayyum Khan, konuşmasında Keşmir probleminin geçmişine de yer verdi.
Keşmir sorununun doğru algılanması gerektiğini söyleyen Abdul Kayyum Khan, “Sorun, 1947’yle başlıyor. O tarihte Hindistan’ın alt kıtasındaki tüm halklara kendi geleceklerini belirleme hakkı verildi, bu haktan mahrum bırakılan tek halk ise Keşmir halkı oldu. Bizim istediğimiz tek birşey var, halkımız geleceğinin nasıl olacağına kendi karar versin. Bu problem ancak böyle çözülür” sözleriyle konuşmasını sürdürdü.
|
Naciye KAYNAK
/ İSTANBUL
21.09.2006
|
|
|
Müftü Çağrıcı Musevilerin bayramını kutladı |
İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Museviler’in dini yılbaşısı ‘’Roş Aşana’’ (Aşana Bayramı) sebebiyle bir kutlama mesajı yayınladı.
Prof. Dr. Çağrıcı yaptığı yazılı açıklamada, ‘’Musevi vatandaşlarımızın 23-24 Eylül 2006 tarihlerinde kutlayacakları Roş Aşana-Yılbaşısını tebrik ederek, esenlikler dilerim’’ dedi.
|
/ İSTANBUL
21.09.2006
|
|
|
Malatya’da ulaşıma zam |
Malatya’da şehir içi toplu ulaşım araçlarında kullanılan Akıllı Bilet’in (Akbil) aylık abonman ücreti artırıldı.
Malatya Belediyesi Ulaşım Hizmetleri A.Ş Genel Müdürlüğü’nden alınan bilgiye göre, daha önce 25 YTL olan öğrenci Akbil 1 aylık abonman ücreti 30 YTL’ye, 35 YTL olan sivil 1 aylık abonman ücreti ise 40 YTL’ye çıkarıldı. Akbil günlük dolum tarifesinde ise değişiklik yapılmadı.
|
YENİ ASYA
/ MALATYA
21.09.2006
|
|
|
Papa’ya İngilizce Kur’ân |
Türkiye Sağlık İşçileri Sendikası Genel Başkanı Mustafa Başoğlu, İslâma, ağır hakaretlerde bulunan Papa 16. Benediktus’a, İngilizce Kur’ân-ı Kerim ve İngilizce Veda Hutbesi gönderdi. Başoğlu, “Papa, 700 yıl önce İslâma sataşan Bizans İmparatoru’nun cahilane düşüncelerine sarılarak büyük bir hata işlemiştir. Bundan sonra aynı hatayı yapmaması için kendisine Kur’ân-ı Kerim gönderiyorum” dedi.
Papa’ya bundan sonra İslâm ve İslâm Peygamberi ile ilgili yanlış yapmasını önlemek için İngilizce olarak hazırlanan bir Kur’ân-ı Kerim meali ve Peygamber Efendimize ait olan ve ilk insan hakları bildirgesi sayılan Veda Hutbesi’ni gönderen Mustafa Başoğlu, “Umarım Papa bundan sonra İslâmı daha iyi inceler, Peygamberimizi daha yakından tanır ve bundan sonra Müslümanları incitmeyecek İslâma gereken saygıyı gösterecek bir politika izler” dedi.
|
Ahmet TERZİ
/ ANKARA
21.09.2006
|
|
|
Kazanan hafızlara ödül |
Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinde ulusal ve uluslar arası yarışmalarda kazanılan hafızlık dereceleri ilçede çifte sevinç yaşattı.
Geçtiğimiz günlerde Ürdün’ün başşehri Amman’da Feyza Tetik’in dünya 3.lüğünün ardından Pazar günü İstanbul’da Hatice Esen’in Türkiye 3.sü olması üzerine Tavşanlı halkı, sivil toplum kuruluşları ve yetkililer, ödül alan öğrenci ve idarecilerine düzenlenen törenle ödül yağmuruna tuttu.
Dünya ve Türkiye 3.sü olan öğrencilere ödül vermek için düzenlenen törene Kütahya Valisi Osman Aydın, Belediye Başkanı Ali İhsan Çakır, protokol üyeleri ve öğrenci aileleri katıldı.
Tavşanlı Kavaklı Kur’an Kursu Müdürü İsmail Dinç, kurs öğretmenleri Kevser Dülger ve Halise Sarıaltın’ın da ödüllendirildiği tören, dünya 3.sü Feyza Tetik’in Kur’an okumasıyla sona erdi.
|
/ KÜTAHYA / TAVŞANLI
21.09.2006
|
|
|
Sigara kadınlar için daha zararlı |
Akciğer kanserinin yanı sıra birçok hastalığın sebebi olarak gösterilen sigaranın kadınlara daha zararlı olduğu bildirildi.
Türkiye’de her yıl 30-40 bin kişide akciğer kanseri görüldüğüne dikkat çeken uzmanlar, akciğer kanserinin yüzde 85’inin, kronik bronşitin yüzde 75’inin, kalp hastalıklarının da yüzde 25’inin sigaradan kaynaklandığını vurguladı. Tokat Sağlık İl Müdür Yardımcısı Dr. Mete Bayburtlu, sigaranın kadınlarda daha zararlı olduğunu ifade ederek, “Sigara içen kadınlarda menopoz 5-10 yıl daha erken olur. Doğum kontrol hapı kullanan kadınlar arasında sigara içenlerin, içmeyenlere göre kalp krizi geçirme riski 10 kat fazladır. Sigara içen kadınlar, içmeyenlere göre yüzde 75 daha fazla göğüs kanserine yakalanma riski taşır. Sigara içen kadınlar, içmeyenlere göre 4 kat daha fazla rahim kanserine yakalanır” dedi. Bayburtlu ayrıca, sigara içmenin insan vücudunda; solunum problemleri, ilaca karşı bağışıklık, gırtlak kanseri, mide kanseri, kalp hastalıkları, kısırlık, kangren, karaciğer kanseri, erken doğum, ağız kanseri, yemek borusu kanseri, erken yaşlanma, iyileşme zorluğu ve diş kaybı gibi rahatsızlıklara sebep olabileceğini söyledi.
|
/ TOKAT
21.09.2006
|
|
|
Okul fobisi hayat boyu başarısızlığa sebep olabilir |
Çocuklarda okul korkusunun meydana getirdiği sorunların zamanında çözümlenememesi durumunda, bu korkunun hayat boyu başarısızlığa davetiye çıkardığı bildirildi.
Samsun Bil Dershanesi Psikolojik Danışmanı ve Rehberlik Uzmanı Gönül Sönmez, bireylerin birbirlerine abartılı bağımlı olduğu ailelerde okul fobisinin olma ihtimalinin yüksek olduğunu söyledi. Yoğun kaygı sebebiyle çocuğun okula gitmek istememesine ya da gitmemesine okul fobisi dendiğini hatırlatan Sönmez, okul korkusundan eve dönen çocuk için yapılacak en iyi şeyin, onu en kısa sürede okula geri götürmek olduğunu kaydetti. Çocukların bu isteksizliklerinin karın ve baş ağrıları, mide bulantısı ya da sinirlilik gibi fiziksel şikayetlerle dile getirildiğini anlatan Sönmez, yoğun olarak yaşanan okul korkusundan dolayı bu fiziksel şikayetlerin gerçek olabileceğine de dikkat çekti. Sönmez, “Genelde bireylerin birbirlerine abartılı bağımlı olduğu, birbirlerine her an herhangi bir olumsuzluk olacakmış gibi davranan ailelerin çocuklarında okul korkusu olma olasılığı yüksektir. Çocuk kendi yokluğunda ailesine bir şey olmasından ya da kendisini terk edip gideceklerinden veya anne ve babasının yokluğunda kendisine bir şey olacağından korkmaktadır. Bu tür çocuklar aşırı kaygılı, uyumlu, aşırı onay bekleyen çocuklardır. Çocuklarda okul korkusunun meydana getirdiği sorunların zamanında çözümlenememesi durumunda, bu korku hayat boyu başarısızlığa davetiye çıkarır” dedi.
Okul korkusu olan çocuğun mutlaka bir psikiyatra gösterilmesi ve onun tavsiyeleri doğrultusunda hareket edilmesi gerektiğine işaret eden Sönmez, bu hastalığın tedavisinde, çocuğun bireysel tedavisi yanında aile tedavisinin de gerekebildiğinin altını çizdi. İlk zamanlarda okulun sabahları güç olabildiğini ifade eden Gönül Sönmez, şu bilgileri verdi: “Bu zamanlarda çocuğunuza kendisini nasıl hissettiğini sormayın. Çünkü bu durum çocuğunuza şikayet etmek için fırsat ve cesaret verecektir. Çocuğunuzu gözleyin, eğer ev içinde dolaşabiliyor ve çok rahatsız görünmüyorsa okula da gidebilecektir. Şayet çocuğunuzun fiziksel yakınmaları varsa ve genel yakınmalarına benziyorsa, çok fazla tartışmadan onu hemen okula hazırlayın ve gönderin. Eğer çocuğunuzun sağlığı konusunda endişeli iseniz doktor kontrolü yararlı olacaktır. Aksi halde okula gönderin ve öğretmeni durumdan haberdar edin. Çocuğunuz ciddi bir şekilde hastalanırsa sizi arayıp haber vermelerini isteyin. Çocuğunuz okula geç kaldığında, servisi kaçırdığında, mutlaka onu okula göndermek için başka çözümler geliştirin ve en kısa zamanda okula gönderin. Bazen çocuğunuz kendiliğinden eve dönebilir, bu durumda da yapmanız gereken onu okula geri göndermektir.”
|
/ SAMSUN
21.09.2006
|
|
|
Beşik ya da salıncakta sallanmanın da zararı var |
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ergen Psikiyatri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Şahnur Şener, bebeklik dönemindeki beyin zedelenmelerinin bazı bireylerde çeşitli davranış bozukluklarına ve şiddete neden olduğunu belirtti.
Şener, “Bebeklikteki baş yaralanmaları, hatta çocuğun devamlı olarak salıncakta sallanması çocuğun beyin dokularının zedelenmesine neden olabiliyor. Bu nedenle ileriki yaşlarda bazı çocuklarda çeşitli davranış bozuklukları ve şiddet eğilimi görülebiliyor” dedi.
Gaziantep Genç İşadamları Derneği’nce (GAGİAD) düzenlenen “Okullarda Artan Şiddet ve Uyuşturucu” konulu toplantıda ‘Şiddetin Çocukluktaki Temelleri’ hakkında bilgiler veren Prof. Dr. Şahnur Şener, çocuklarda şiddetin daha çok ergenlik döneminde kendisini gösterdiğine dikkat çekti.
Genetik faktörlerin yanı sıra, nörolojik ve ruhsal sorunların da ileriki yaşlarda şiddet eğilimini artırdığına vurgu yapan Şener, “Hormonların oluşumu ve yıkımında rol alan bazı genler ile beyindeki bazı biyo-kimyasal maddelerin şiddete neden olduğu biliniyor. Tek yumurta ikizlerinden biri, kendi ailesinin yanında değil de başka bir aile tarafından yetiştirilse de, ikiziyle benzer davranışlara sahip oluyor. Bu genlerin, davranışlar üzerindeki etkisini gösteriyor.” diye konuştu.
Şener, “Nörolojik ve ruhsal sorunlarda ergenin davranışlarını etkileyebiliyor. Bebeklik döneminde, çarpma ya da düşmeyle başta oluşan yaralanmalar, hatta bebeğin beşik yada salıncakta devamlı ve hızlı sallanması beyin dokularını zedeleyebiliyor. Beyin dokuları zedelenen çocuklarda ileriki yaşlarda, çeşitli davranış bozuklukları görülebiliyor. Şiddet eğilimi artabiliyor” şeklinde konuştu.
Şiddetin, genetik olduğu kadar çocuğun bulunduğu aile, okul, çevre ve çocukluk döneminde yaşadığı olaylarla da ilgisi bulunduğuna işaret eden Şener, çocukluk dönemlerinde şiddete maruz kalan çocukların, ergenlik dönemlerinde bunu çevrelerine yansıttığını ifade etti. Çocuğun arkadaş çevresi ile medyanın da şiddetin yaygınlaşmasına neden olduğunu savunan Şener, şiddet ve alkol kullanımı arasında doğrudan bir bağ olduğunu da sözlerine ekledi.
|
/ GAZİANTEP
21.09.2006
|
|
|
Mevlânâ’yı canlandırmak benim için büyük gurur |
Mevlânâ Celaleddin-i Rûmi’nin vefatının 800’üncü yıldönümü dolayısıyla UNESCO tarafından 2007’nin, Mevlânâ Yılı ilan edilmesi üzerine Konya Büyükşehir Belediyesi Hz. Mevlânâ’nın hayatını beyaz perdeye yansıtacak büyük çapta bir film yapma çalışmaları başlattı.
Konya Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tahir Akyürek, Mevlânâ’nın rolünde dünyaca ünlü Aktörlerden Russel Crowe ya da Cennetin Krallığı filminde Selahaddin Eyyubi’yi, Kurtlar Vadisi Irak filminde Şeyh Kerküki’yi başarılı bir şekilde canlandıran Suriyeli aktör Ghassan Massoud’u oynatmayı düşündüklerini söylemişti.
Beyaz perdeye aktarılacak Hz. Mevlânâ hayatı ile ilgili olarak Suriyeli aktör Massoud, Hz.Mevlânâ’nın sadece İslâm toplumunu değil tüm dünyayı etkileyen büyük bir düşünür olduğunu belirterek, yapılacak filmin alt yapısının çok iyi bir şekilde hazırlanması gereğine işaret etti. Kendisine böyle bir rolün teklif edilmesi durumunda belli bir süre talep edeceğini ifade eden başarılı aktör Massoud, “Mevlânâ büyük bir tasavvuf ve din düşünürüdür. Böyle bir zatın rolünü oynamanın büyük bir sorumluluğu ve riskleri var. Eğer bana böyle bir teklif sunulursa ilk olarak, Mevlânâ’nın eserleri, yaşadığı dönemi ve düşüncesi ile ilgili geniş bir araştırma yapmam gerekecek. Mevlânâ ile ilgili her şeyi öğrenmem gerekir. Çünkü bu rolü üstlenecek oyuncunun ünlü düşünür ile ilgili her şeyi ayrıntısıyla bilmesi gerekir. Oyuncu rolünü oynadığı kişiyle bütünleşmesi lazım. Ancak bu şekilde başarılı olabilir” diyerek üstlenilecek rolün zorluğunu aktardı.
Her oyuncu gibi kendisinin de yıllık plan ve programlarının bulunduğunu ifade eden Massoud, “İki gün önce Los Angeles’tan geldim. Orada bir filmde oynuyorum. Bunun dışında çeşitli filmler var. Mevlânâ filmi ile ilgili bir teklif sunulursa diğer filmleri iptal etme durumu da olabilir. Mevlânâ’yı canlandırmak benim için diğer tüm filmlerden daha önemlidir. Mevlânâ üstlenilmesi çok zor bir rol. Ayrı bir sorumluluktur” şeklinde konuştu.
FİLM BÜYÜK SES GETİRİR
Mevlânâ’nın ‘Ne olursan ol gel’ sözünün her görüşteki insanı kucaklaması bakımından sevgi ve hoşgörüyü tüm dünyaya haykırdığını kaydeden Massoud, yapılacak filmin dünya genelinde büyük ses getireceğine inanıyor. “Bu filmle hoşgörü ve diyaloga çağrı yapılacak” diyen Massoud, “Bu diyalog fikirlerin ve gönüllerin diyalogu olacak. Mevlânâ’nın filminde ana temanın bu olacağına inanıyorum. Bu filmin hoş görü ve diyaloga katkısı büyük olacak. 2007 yılının Mevlânâ Yılı ilan edilmesi bu anlamda önemli olacak” diye konuştu.
Hollywood’un dışında son dönemlerde kendisi gibi Müslüman aktörlerin boy göstermesi ile ilgili olarak Massoud, “Maalesef bizim bölgemizde, bazı değerlere dışardan el atılmayınca değeri anlaşılmıyor. Bazı şahsiyetlerin anlaşılması için ille de Hollywood’un el atması gerekiyor. Ben bu görüşe katılmıyorum. Türkiye’de, Suriye’de Mısır’da ve Ortadoğu’da böyle bir altyapı var. Bunun değerlendirilmesi gerekir. Açık bir şekilde söyleyeyim ki biz Hollywood’un elbisesini giydik ancak kendi öz değerlerimizi hâlâ koruyoruz. ABD ve Türkiye’de böyle güzel roller üstlendiğim için Allah’ıma şükrediyorum” şeklinde cevapladı.
GHASSAN MASSOUD’UN KARİYERİ
Suriyeli aktör Ghassan Massoud, ilk olarak Ridley Scott’un yönettiği ‘Cennetin Krallığı’ filminde Kudüs’ü fetheden başkomutan Selahaddin Eyyübî’yi canlandırdı. Filmde üstün performansı ile dikkat çeken Aktör Massoud, ardından Kurtlar Vadisi Irak’ta Şeyh Abdurrahman Halis Kerkükî rolü ile dikkatleri üzerine çekti. Kurtlar Vadisi Irak’ta, teröre karşı tutumu, birleştirici tavrıyla İslâm’ın hoşgörülü yüzünü yansıtmıştı. Başarılı oyuncu Massoud, Şam Yüksek Tiyatro Enstitüsü ve Şam Müzik ve Drama Okulu’nda dersler veriyor.
|
/ ŞAM
21.09.2006
|
|
|
Antep’te hırsız anonsu |
Gaziantep’in İslahiye ilçesinde son bir hafta içerisinde meydana gelen hırsızlık olaylarına anonslarla engel olunmaya çalışılıyor.
İslahiye Emniyet Müdürlüğü tarafından hazırlanan “Hırsızlık uyarısı” metni belediye hoparlöründen gündüz saat 14.00’te gece ise 19.00, 20.00 ve 21.00 saatlerinde okunuyor. Bir hafta içerisinde 8 evin benzer şekilde soyulduğu İslahiye’de Emniyet Müdürlüğü tarafından anonslar ile vatandaşlar uyarılıyor.
Saat 21.00’de yapılan belediye anonsunda, “Hırsızlar vatandaşlarımızın tedbirsizliğinden, dalgınlığından ve duyarsızlığından yararlanarak hırsızlık yapıyor. Hırsızlık olaylarına karışan şahısların yakalanması için vatandaşlarımız kendi mahallelerinde tanımadıkları, durumları şüpheli şahısları ev ve cep telefonlarından günün 24 saati ücretsiz olarak ulaşabilecekleri 155 Polis İmdat telefonuna ihbar edebilirler” deniliyor.
|
/ GAZİANTEP
21.09.2006
|
|
|
Atılgan geri dönüyor |
Bir dönemin efsanevi TV dizisi Star Trek beyazperdeye geri dönüyor. 1966-1969 yılları arasında NBC ekranlarında 79 bölüm yayınlanan “Uzay Yolu”, 2002 yılına kadar tam 10 kez beyazperdeye de uyarlandı.
Serinin 11. beyazperde macerası günümüz sinema teknolojilerinin en son tekniklerinin kullanılacağı bir gövde gösterisine dönüşeceğe benziyor. Beyazperdede yeniden hayranlarını selamlamaya hazırlanan kült yapımın yönetmeni ise ‘Görevimiz Tehlike’ ile adından sözettiren J.J. Abrams. Hollywood tarihinin en uzun ömürlü serilerinden ‘Uzay Yolu’, bugüne kadar tüm filmleriyle toplam 1 milyar dolardan fazla gişe geliri elde etmişti.
|
/ İSTANBUL
21.09.2006
|
|
|
‘Binbir Hatim’ sanal ortama taşınıyor |
Erzurum’da yaklaşık 600 yıldır camilerde okunan ‘Binbir hatim’ geleneği sanal ortamda devam ettirilecek.
Binbir hatim geleneğinin internet ortamında Erzurum sınırları dışında da devam ettirilmesi amacıyla isteyen vatandaşlar www.erzurumlu.net sitesine girerek buradan Kur’ân-ı Kerim’i Ramazan ayı süresince hatmedebilecek.
1533 yılında Erzurumlu Pir Ali Baba’nın başlattığı Binbir hatim geleneğine gurbetteki Erzurumluların da katılımı amaçlanıyor. www.erzurumlu.net adresinde ‘Binbir Hatim’le ilgili olarak yapılan duyuruda şöyle denildi: “1533 yılında Pir Ali Baba’nın başlattığı bu geleneği yaşatmak ve bütün dünyada yaşayan çok sayıdaki gurbetçi hemşehrilerimizin de katılımını sağlamak amacıyla bu ayda indirilen kitabımız Kur’ân-ı Kerim’i hatmetme seferberliği başlattık. Bu hatim seferberliği içerisinde siz kıymetli hemşehrilerimizin yarış halinde olacağını hissederek gönül birlikteliğiyle yola çıktık. Binbir hatmimizin tamamlanmasında taktir Rabbimizindir.”
|
/ ERZURUM
21.09.2006
|
|
|
|